Peygamber Efendimizin (s.a.v.) peygamberliğinin 18'inci yılıydı.
Hicretin 5'inci yılı, yani Müslümanların imani açıdan olgunlaştığı
zamanlardı. Cuma günü, Hz. Peygamber
(s.a.v.) minberin üzerinde, ayakta hutbe
okuyordu.
O günlerde Medine'de hayat pahalılığının ve kısmi kuraklığın
getirdiği bir sıkıntı vardı.
Efendimiz (s.a.v.) mescidde hutbe okurken birden Medine'ye Şam'dan
gelen yüklü ve kalabalık bir kervan girdi. Kervandaki develerin
üstü gıda maddeleriyle doluydu.
Kervanın geldiğini ilan etmek için de kervanın sahibi
'Dihye bin Halife' davul çaldırdı.
Kervanın gürültüsünü, davulların ve zılgıtların sesini duyan ve
sıkıntılı bir dönem geçiren sahabenin bir çoğu Efendimizi hutbe
okurken ayakta bırakıp dışarı fırladılar. Hem alışveriş ve
hem de eğlence için koşuşturdular. O anı
anlatan Hz. Cabir bin Abdillah der ki;
Hz. Peygamber (s.a.v.) cuma günü ayakta hutbe okuyordu. Derken
Şam'dan gelen bir kervan çıkageldi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
ashabı -ki cuma namazındaydılar- hemen kervana doğru koştular. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in yanında aralarında ben, Ebu Bekir ve Ömer
(r.a.) olmak üzere sadece 12 kişi kalmıştı. Bunun üzerine Allah
(c.c.) şu ayeti indirdi:
Ey Muhammed! Onlar bir ticaret veya bir
eğlence gördüklerinde seni ayakta bırakıp oraya
yöneldiler. De ki "Allah katında olan, eğlenceden
de ticaretten de daha hayırlıdır.' Allah rızık
verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma Suresi
11. Ayet) Olay açık. Medine'de kısmi bir kriz var. Gıda maddesi az.
Şam'dan gelecek ve gıda taşıyan bir kervan bekleniyor. Kervan cuma
günü, cuma namazında, Hz. Peygamber (s.a.v.) hutbede ayaktayken
şehre giriyor. Kervanın girdiğini ilan etmek için de davul
çalınıyor. Zılgıtlar atılıyor.
Şen-şakrak bir hava içinde Medine'ye giriliyor.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'le cuma namazı kılmak için mescidde bulunan
sahabenin çoğu merakla peygamberimizi ayakta bırakıp dışarı
fırlıyorlar ve kervanla ilgileniyorlar. Mescidde sadece '12' kişi
kalıyor. Bunun üzerine Cuma Suresi'nin 11. Ayeti iniyor ve sahabeyi
uyarıyor.
Cuma Suresi'nin 11. Ayeti bugünümüze ders
veren ince bir mesajlarla doludur.
Şöyle düşünün! Peygamberliğin 18'inci yılı peygamberimizin
vefatından sadece 5 yıl önce. Sahabe helal ve haramı biliyor. Bedir
ve Uhud'da canını dişine takmış ve harp sahasında canını vermiş.
Uhud'da Efendimize fiske değmesin diye
vücutlarını, varlıklarını feda etmişler. Asla
ihanet etmemişler.
Ancak maddi yönden sıkıntılı ve evlerine rahat gıda taşıyamadıkları
bir dönem geliyor ve cuma namazındaki cemaat Efendimizi camide
ayakta bırakıp kervana koşuyor. Ve bundan dolayı da eleştiriliyor.
Allah tarafından.
Elbette sahabe, bu hareketin uygun
olmadığını el-Asili'nin de beyanına göre
anlıyor ve tövbe ediyor. Zaten sonra inen Nur
Suresi'nin 37. Ayeti bunu gösteriyor.
Herkes iyi bilir ki, sahabe İslam için bütün varlığını feda
etmiştir. Bazen tümünü, bazen bir kısmını. Bu
nedenle buradan sahabeye bir eleştiri
getirdiğim düşünülmesin. Ben burada
fıtrattaki zaafiyete işaret ettim.
Bu ayetten çıkardığım ders şudur: İnsanların maddi imkanlarında
ceplerine ve hayat standardına hitap eden ortamda rahatsız edici
bir durum varsa bir an için telaşa kapılıp beklenmeyen bir şey
yapabilirler. Bu yadırganmaz da.
Mesela Uhud'da efendimize kimseyi yaklaştırmazken,
cuma günü, kıtlığı gideren bir kervan
bulduklarında Efendimizi yalnız
bırakabiliyorlar. Elbette hepsi değil.
Elbette daha önce ikaz edilmedikleri için bu hareketlerinin
kınanacağını hesap etmemişlerdir.
Şu anda sahabeyi -haşa- eleştiriye tutacak değiliz. Onlar dini
kademe kademe öğreniyorlardı.
Eleştirildikleri yerde asil bir dönüşle dönüyorlardı.
Ancak bu ayetin günümüze taşıdığı önemli
mesajlar var. İnsanların maddi hayatları ve geçimleri
önemli. Hesap edilmeli.
Düşmana karşı ölümüne Efendimizi terketmeyenler, kıtlık döneminde
bir kervan; gıda, yemek ve alışveriş gördüklerinde ani bir
refleksle ticarete koşabiliyorlar. Camide kalmak yerine kervana
koşup ihtiyaçlarını, açlıklarını gidermeye koyuluyorlar.
İnsanları ve insanlara yaptığınız iyilikleri ve vefa duygularını
değerlendirirken bütün bunları göz ardı etmemeliyiz. İnsanoğlu,
nisyanla (unutkanlıkla) maluldür. İnsanoğlu
maddesi ve manasıyla bir bütündür. Size
bağlı olan, bel bağlayan insanların sadece maneviyatını tatmin eder
ve ama maddi ihtiyaçlarını gideremezseniz onları bir gün kaybetme
riski ile karşılaşabilirsiniz.
***
Siz Allah'ın şahitlerisiniz
Efendimiz (s.a.v.) sahabeyle otururken bir cenaze geçti. İnsanlar
merak ettiler. Kim olduğunu. Sordular, adamın kim olduğunu
öğrendiler. İyi bir insan olduğunu öğrenince de adamın güzel
özelliklerini saymaya başladılar;
'İyi adamdı. Peygamberimize bağlıydı.
Her meseleyi din penceresinden görürdü.
Dine düşman olanlarla yaklaşmaz ve
işbirliği yapmazdı' dediler.
Hz. Peygamber (s.a.v.) sahabenin hemen hepsinin paylaştığı bu
sözleri duyunca 'Vacip oldu (şart
oldu)' dedi. Sahabe meseleyi anlamadılar.
Neyin vacip olduğunu anlamadılar.
Ama doğrusu Efendimize de sormadılar.
Bir müddet sonra bir cenaze daha geçti.
Orada bulunanlar bunun kime ait olduğunu merak ettiler. Nihayet kim
olduğunu öğrenince de bu geçen tabutun sahibi için izlenimlerini
şöyle paylaştılar:
'Bu adam şer -kötü- bir adamdı.
İslam'a ve Müslümanlara zarar verir, hiçbir
faydası olmazdı. Menfaatine takılırdı.
Dostunu bile satardı.' Bütün bu konuşmaları sadece
dinleyen Efendimiz (s.a.v.) yine 'Vacip oldu'
buyurdu.
Sahabe daha çok merakta kalmak istemedi.
Dediler ki; "Allah'ın peygamberi birinci cenaze için iyi şeyler
konuştuk siz vacip oldu dediniz.
İkinci cenaze hakkında kötü şeyler konuştuk.
Siz yine vacip oldu buyurdunuz! Biz anlayamadık." Efendimiz
sahabenin merakını şöyle giderdi: Siz Allah'ın yerdeki
şahitlerisiniz.
Birinci adam lehine şahitlik yaptınız iyi
şeylerini söylediniz. Ben de 'Vacip oldu' dedim.
Yani ona cennet vacip oldu.
Şart oldu. Cennete girecek dedim. İkinci
adam hakkında ise kötü şeyler söylediniz.
Onun kötü hallerini ortaya koydunuz.
Ben de ona vacip oldu dedim. Yani ona
cehennem vacip oldu dedim. Allah sizin
tanıklığınızı kabul eder.
***
Gördüğünüz her cenaze için sizin ve iyi insanların -din, ahlak,
vicdan, ibadet ve iman düşmanlarının şehadeti değil elbette-
şehadeti, tanıklığı bilin ki itibara alınacaktır. Allah
(c.c.) sizin sözünüzü itibara alacaktır.
O halde o tabutun içine; temiz, mümin, sadık, vicdanlı, kul hakkı
gözeten, Allah ve peygamberine aşk duyan müminler olarak girmeye
bakın.
Yoksa tabutun içine imansız, ibadetsiz, zalim, adaletsiz ve
vicdansız girerseniz ve müminler de sizin hakkınızda 'Bu ahlak,
din, iman, vicdan düşmanı öldü gitti' derse bilin ki Allah bunu
itibara alacaktır.
Cenaze başındaki boş sözlerin faydası yok.
Övgülerin de. Hele de kötü ve şerr insanların övgü veya
yergilerinin hiçbir değeri olmayacaktır.
***