İnsan sonunun ne olacağını bilmediği mahşeri heyecanla ve özlemle bekler mi? Eğer Rabbi’ne kavuşmaya hazırsa ve onu gerçekten seviyorsa ister elbet. Efendimiz (s.av.), Azrail onun ruhunu teslim almak için izin istediğinde Cebrail’e “Ben de Rabbimi özledim” diye buyurmuştu
'Allah'ı sevmek' cümlesi bile insanı heyecanlandırmaya yeter.
Çünkü büyük bir işe girişmektir. Sevilen müsaade etmedikçe seven
sevilene yanaşamaz. İtiraf edemez. Hele sevilen Rabbimiz ise, kişi
bu işe girişmişse!
Kulun Rabbine vuslatı; kapıda duruşuyla ilgilidir.
Yeterince beklemişse, beklerken adaba aykırı hareket etmemişse,
dünyevi bir beklentiyle değil, 'sevilen biri bana iltifat etsin'
diye beklemişse vuslatı hak etmiştir. Hakkı dağıtan ğani'nin,
ğinasıyla hak etmiştir. Yoksa hiçbir bekleyiş vuslatı hak
etmez.
Büyüklerden biri diyor ki; "Mahşeri hasret ve heyecanla
bekliyorum." Şaşırıyorlar. Çünkü söz, zor bir sözdür. Ne demek
mahşeri hasretle beklemek! Öyle ya, cehenneme yuvarlanmak da var
oradan. Ateşe, nara, nirana düşmek de.
Ya Rahman, affetmezse? Ya Rahmetiyle tecelli etmezse? O zaman
hasretle bekleyen ne yapacak?
Sorarlar o büyük zahide! "Neden bu heyecan?
Çünkü mahşer çetindir. Zordur. Ağırdır.
Yüktür. Nedamettir. Pişmanlık ehlinin gözyaşlarıdır.
Hasrettir. İtiraftır. Evladın, babanın birbirinden firar
etmesidir." O zat, bu bakanların baktığından başka bir bakışla
bakmaktadır. Şöyle der: