23 senelik davet ve tebliğ dönemini şöyle özetliyordu Hz.
Peygamber (s.a.v.) "Benim Allah yolunda çektiğim ezayı hiç kimse
çekmedi. Benim Allah yolunda korkutulduğum kadar hiç kimse
korkutulmadı. Bilal'le öyle otuz gün geçirdik ki Bilal'in
koltuğunun altına sakladığı yiyecekten başka bir canlının
yiyebileceği hiçbir şey yoktu."
Mekke'de bir kişiyle (Hz. Peygamber'le) başlayan davet nihayet veda
haccında 120 bin insanın Arafat'ta buluşmasıyla perçinleşti. Orada
bize iki kaynak bırakıp hayata veda etti:
"Ben size iki emanet bırakıyorum. Onlara uyarsanız ebediyen yoldan
çıkmazsınız. Onlar; Allah'ın kitabı Kuran ve benim sünnetimdir."
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu emanetlerine İslam ümmetinin tam
sarıldığını söylemek zordur. Zira son zamanlarda: "Kuran İslam'ı,
mealcilik, nev modern İslam, ataların dinini terk etmek," gibi
kulağa hoş gelen ve ama içi boş olan ve daha ötesi Hz.
Peygamber'siz (s.a.v.) bir İslam'ın temelini atan ve onun yerine
İbrahim'i dinler safsatasını yerleştirmeye çalışan sapan ve
saptıran hareketlerin çoğaldığını görüyoruz. Her yolu meşru sayan,
Makyavel'in Türkiye versiyonları H. Peygamber'i (s.a.v.) gözden
düşürmek için her hamleyi yapmakta, her yere sızmaya
çalışmaktadırlar. Onlar alternatif bir tefsir oluşturup bunu Yüce
kitabı anlam itibariyle tahrif etmede kullanmaktadırlar. Bunlara
karşı ilmi reddiyelerden önce amip gibi çoğalmalarına zemin
hazırlayan ortamın gözden geçirilmesi lazım. Zira bu tür hareketler
bilimsel birer çıkış gibi görülse de her yerde kökleşmeye çabalayan
ve kurumsallaşan birer örgüt mantığıyla çalışmaktalar. Kutlu doğum
günlerinde, aklı başında, Resulullah (s.a.v.) ve dört halife
geleneğine bağlı, sünneti dışlamayan, mezhep müçtehitlerine
saygılı, tasavvufu anlayışla karşılayan her müminin bu nevzuhur
fitneye karşı teyakkuzda olması gerekmektedir.