Sağlık nedeniyle yazılara ara verdiğim günlerde gazetecilikte
çok uzun bir yolculuk yapmış olduğumu düşündüm.
Mesleğe ilk adım attığımda dünya durdukça değişmeyeceğini
düşündüğümüz çift kutuplu bir soğuk savaş vardı. “Berlin
Duvarı” yıkıldı, kendimizi tarihi bir dönüşümde
bulduk.
“İnsan hakları”, “özgürlükler” güya dünyaya
yayılacak, “demokrasiler”, Avrupa’nın faşizmlerinin hakkından
geldiği gibi totaliter komünist rejimlerinin de üstesinden gelecek;
evren adeta “Kopenhag Kriterleri”yle yönetilecek ve onlar
ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine hesabına “tarihin
sonuna gelinecek”ti!
“Post-duvar” evrede sonra “küreselleşme” çıktı. Bu
kez de “ulus devletin sonuna gelindiği” ilan edildi.
Dünya gene başka eşiğe girmişti.
Derken 2007 yılındaki büyük kriz patlak verdi.
“Küreselleşmenin” de tartışılmaz olduğu varsayılan doğruları
çöküşe geçti. Varsayıldığı gibi küreselleşmeden herkesin
yararlanmadığı görüldü.
Bu dev altüst oluş sürecinde de her zamanki gibi alttakiler
ezilirken, üsttekiler üstünlüklerini pekiştirmişlerdi.
Gazetecilik yaşamımda “35 yılımı doldurduğum” sürede bu
demek oluyor ki dünyada “üç büyük
kırılma” izlemişim: Soğuk savaşın sonu, küreselleşmenin çıkışı
ve küresel sistemin -“kalıcı/ geçici” olduğu henüz
bilinmeyen- krizi...
Fransa seçimleri kaosu
Bunları niye yazdım?
İlk ayını arkada bıraktığımız 2017 yılı, işte bu “üç büyük
kırılmanın” hesaplaşmalarının tekrardan ortalığa saçıldığı ve
kartların karıldığı bir yıl olacak.
Yıla malum Trump’ın “America
first/Önce Amerika!” sloganıyla fitillediği başkanlık
söyleviyle girdik.
Başkan, “Amerika’nın çıkarları için önüme geleni
tepelerim” manasında anlaşılan bu ürkütücü skandal söyleviyle
kalmadı. Beyaz Saray’a ilk adım attığı andan itibaren imzaladığı
rekor kararnamelerle dünyayı birbirine kattı. Meksika Duvarı
inadı, “Müslüman yasağı” kararnamesi ve “Beyaz
Saray’ın Rasputin’i” diye bilinen karanlık
danışmanı Steve Bannon’un projeleriyle dün
bir bugün iki.. dünyayı gerdi ve karıştırdı.
Ancak 2017’yi dönüm yılı yapan tek gelişme Trump’ın başkanlığından
ibaret değil.
Bu yıl aynı zamanda Fransa başkanlık seçimleri ve Alman genel
seçimlerinin yılı. Güz başındaki Alman seçimlerine daha çok var ama
ilk turu nisan, ikinci turu mayısta yapılacak Fransa’daki
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir şey kalmadı.
Kimse Hollande’dan sonraki cumhurbaşkanının
kim olacağına dair öngörüde bulunamıyor...
“Müstakbel başkanın” kim olacağını kestirmeyi bırakın, yarışı
kimin sonuna kadar götüreceğini kestirmek dahi zor.
Bilinen tek şey “Trump’ın başkanlığa seçilmesi” ile
arkasına büyük ivme alan aşırı sağ populist
lider Marine Le Pen’in ilk turda başı
çekeceği.