Seçim yeni olmuş, AKP hükümeti sandıkta okkalı bir Osmanlı
tokadı yemiş, yeni hükümetin kiminle, nasıl oluşturulacağı
kararlaştırılmamış; “savaş”tan ve “Suriye”ye girmekten
bahsediliyor…
Sözde yere göğe konmayan “demokrasi” anlayışına bundan daha aykırı
bir tablo olamaz.
Gerçek demokrasi olan ülkelerde; “savaş” ve “sınır ötesi müdahale”
gibi can alıcı kararların, artık böyle “gidici” ve “son kullanım
tarihi geçmiş” bir hükümet tarafından alınması
düşünülemez.
Sandıkta biçimlenen iradeye göre önce yeni bir hükümet kurulur.
“Yeni siyasi tablo” ve “yeni önceliklere” göre oluşturulan hükümet
siyasi sorumluluğu üstlenir.
Davutoğlu ile
Cumhurbaşkanı Erdoğan oysaki, 7 Haziran
hiç yaşanmamış gibi yapıyor.
Cumhurbaşkanı “Tüm dünyaya sesleniyorum: Suriye’nin kuzeyinde,
güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli
ne olursa olsun orada devlet kurdurmayız!” diyerek yeri göğü
inletiyor...
Davutoğlu da en üst perdeden kör gözüm parmağına; “Hükümet olarak
şimdi koalisyon çalışmaları içinde evet ikinci nitelikte bir görev
yürüttüğümüzü düşünenler olabilir ama biz her tedbiri alırız,
devlet kurumları da tedbirin gereğini yapar!” diye meydan
okuyor.
Bir yandan “askere Suriye’ye gir emri verildi!” haberleri çıkarken,
TSK zamanlamanın sakatlığına çok açık biçimde dikkat çekiyor:
Komuta kademesinin bir buçuk ay sonra değişecek olması, seçim
sonrası hükümetin henüz kurulmamış olması nedeniyle doğabilecek
“siyasi”, “askeri sorumluluk” boşluğuna gönderme yapıyor.
Ama ne gam!
Bunlar, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bir kulağından girip;
ötekinden çıkıyor.
Cumhurbaşkanı ve başbakanın, geçiş döneminde bu açıklamaları
yapmaktan bilhassa kaçınmaları gerekirken; cengâverlik katsayıları
artıyor.
Ankara’daki “güç boşluğu”; RTE ve Davutoğlu’nun sanki büsbütün
gözünü karartmış; “stratejik derinlik dehamız”(!) ile
Cumhurbaşkanını büsbütün cesaretlenmiş görünüyor.