Abdülaziz’le Avrupa’ya yaptığı ilk seyahatte o dönemde sadece bir şehzade olan Abdülhamid’i en etkileyen şey, “saray gibi” diye tarif ettiği “Paris operası” olmuş.
Tarihçi François Georgeon’un “Sultan Abdülhamid” adlı biyografisi; zalim ve içe kapalı bir sultan olarak bildiğimiz son dönem Osmanlı padişahının Avrupa’daki ilk yolculuğundan ne kerte etkilendiğini anlatıyor.
Elime aldığım günden beri başucu kitabım olan 600 küsur sayfalık yapıt, Abdülhamid’in “üzerinde yıllarca silinmez izler bırakan” bu ilk Avrupa temasını şöyle anlatıyor:
“Avrupa saraylarında keşfettiği sosyete hayatı, balolar, eğlenceler, konserler, resepsiyonlar Abdülhamid’i büyülemiştir. (Abdülhamid) Avrupa müziğine, özellikle İtalyan operalarına tutkuyla bağlanmış olarak döner Avrupa’dan: Paris ve [Haber görseli]Londra’da Rossini, Bellini, Donizetti ve özellikle Verdi’nin eserlerini dinlemiştir. Verdi’yi en üste koyar. Onu hüzünlendiren ve uyuklatan alaturka musikiden çok artık alafranga musikiyi yeğlemektedir. Resepsiyonlardaki şatafat, Osmanlı sultanının büyük bir hükümdar olarak karşılanması, Avrupa’nın ‘taçlı başları’ndan biri olarak kabul edilmesi onu çok etkilemiştir.”
Mimari harikası
Erdoğan’ın Hamburg G-20 zirvesinde liderler için verilen Beethoven konserine katılmadığı haberlerini okuduğumda bu satırları hatırlamadan edemedim.
“Abdülhamid Han” ve “ecdad” övgüleri, öykünmeleri iyi güzel hoş ama gelin görün ki “tatbikat” sıfır.