“Çalışma odası on metrekare ya var ya yok” diye
anlatmışım Arcayürek’i “Demokrasi
Dönemecinde Üç Adam”ı çıkardığı sırada yaptığımız bir
söyleşide ve şöyle devam etmişim: “Bir yazı masası, bir eski
daktilo, yerden tavana dek uzayan kitaplar. Aralarda bir
yere sıkışmış ’65 yılından kalma bir -Hürriyet- gazete
sayfası örneğin. O ünlü manşet: ‘Johnson
Mektubu’ altında Arcayürek’in imzası.
Mektubu nasıl ele geçirdi Cüneyt Arcayürek? ‘Bir gün
anlatırsam; o siz olursunuz!’diyor şimdilik ve haberi nasıl
gazeteye ulaştırdığını anlatmakla yetiniyor sadece:
‘İsmet Paşa’nın koalisyon hükümeti yeni
düşmüş. Büyük bir Kıbrıs partisi var. Gazetelerde bir rivayet
dolaşıyor: Johnson mektup yazmış. Millet mektup peşinde. Yatıp
kalkıp bunu kovalıyoruz. İstanbul’dan her gün telefon: Hâlâ
alamadın mı mektubu yuh, yahu falan gibi laflar. İşte o yarış
içinde kaptım haberi ve Hürriyet kamyonuyla İstanbul’a kendim
götürdüm. Kış kıyamet. Sıkıyönetim ilan etti gazete. Giren
çıkamıyor. Ertesi gün bir dönüş bileti verdiler elime. Yorgunluğumu
havaalanında içtiğim bir kadeh viskiyle attım. Yaptığım haberin
tarihi önemini sonradan kavradım. Telaşım sadece haberi
atlamamaktı…’
’60’lar Türkiye’sinin gazetecilik şartları böyle. Bugün
hâlâ aynı heyecan ve aynımütevazı şartlarda sürdürüyor
gazeteciliğini Cüneyt Arcayürek. Günde 12 saat
çalışarak. Öğlen 2’ye dek gazetede, öğleden sonra akşama
dek evde. Yardımcısı, bir sekreteri yok. Daktilosunun şeridini
kendisi değiştiriyor. Arşiv araştırmalarını
kendisi yapıyor. Her gün günlük yazı yazıyor ve bu arada
on cilt kitap çıkarıyor. Hayranlık duymamak elde mi?”(5 Aralık
1999, Milliyet)