“Auschwitz”e gittiğimde, beni en çok etkileyen şey
“ırkçılığın sistematiğini” çözmek olmuştu...
İnsanlık, Nazi kampları gerçeği ile karşılaştığında hep aynı soruyu
sormuştu: “Bu iblislik nasıl mümkün olabildi?”
Hannah Arendt ’60’larda yazdığı “Kötülüğün
Sıradanlığı” kitabında bunu etüt eder ve “sorunun en
ürkütücü yanı!” der; “Bu fenalığı yapanlar
sıradışı canavarlar değil. Sıradan
ve ‘normal’ insanlar. ‘Normallik’, canavarlığı
daha korkunç hale getiriyor. En beter suçlar, ayırdına
dahi varılmaksızın ‘normallik’ ikliminde
işlenebiliyor...”
“Kötülüğün sıradanlığının”; hiç düşünülmeden uyulan bir rutin
kapsamında “akıl tutulması” yaşayan herkesi
“Eichmann’laştıracağına” işaret eden düşünür Arendt, Nazi kampları
realitesinin mantığını böyle faş etmişti.
Önce insanlıktan çıkarıyorlar
“Sistematiğin” pratikte nasıl işlediğini ise ünlü İtalyan
yazar Primo Levi “Onlar da mıİnsan?”
isimli kitabında gene aynı yıllarda anlattı.
“Auschwitz”de bizzat kalan Levi de, meselenin özünde “insanı önce
insanlıktançıkarmak” ve ırkçılığın öznesi yapılan topluluğun “alt
insan” kategorisine indirgenmesi olduğunu yazar.
Yahudiler bir gün içinde “fırına” gönderilmedi.
Önce “Yahudi karşıtı kamuoyu” inşa edilmiş; Yahudiler sonra vebalı
gibi toplumdan ayrıştırılarak “gettolaştırılmış”, son aşamada
“toplama kampları” kurulmuş...
Yahudiler “hayvanla eşdeğer” noktaya indirgendiğinde artık hiç
garipsenmeden (“normalleşen”) sürülerle katarlara yüklenip “son
istasyon Auschwitz”e postalanmış.
Gerisini Auschwitz’de rehberden dinlemiştim:
Kampa sağ varanlar ilk iş olarak “isimlerinden arındırılmış”...