Almanya ile mizah ve komedyen krizlerinden sonra... Yepyeni bir
gazetecilik krizimiz oldu...
Merkel’e artık acımaya başladım. Hafta sonu seçim
bölgesinde hezimete uğrayıp 3. parti konumuna düşmesi yetmiyormuş
gibi bir de RTE’nin yanında süklüm püklüm.
Sus pus. “Ankara üstüme mültecileri salarsa!” diye
korkudan ağzını açamıyor.
Alman medyası G20 zirvesinde şansölyenin RTE yamacındaki bu şaşkın
halini“Sultanın huzuruna çıkmış suçlu vali gibiydi” diyerek
anlattı ve ilave etti: “Ama Almanya’nın kırmızı çizgileri var.
Berlin bir Türk ili değil. Bunu göstermek de Merkel’in
görevlerinden biri!”
Merkel de bu cesaretsizlik olduğu sürece, Berlin giderek daha çok
bir Türk ili olarak algılanacak.
‘Yetkilendirme’ muamması
Bunun son örneğini Spor Bakanı Akif Çağatay
Kılıç’la Deutsche Welle arasında yaşanan krizde gördük.
DW’de “Conflict Zone/Çatışma Alanı” adlı bir program
sunanMichel Friedman isimli gazeteci, bakanla
söyleşi için anlaşıyor. Ankara’ya geliyor. Bakanlığa çıkıyor.
Röportaj yapılıyor. O ne? Her şey olupbittikten sonra bakanın ekibi
bilgisayarın “sil tuşuna” basar gibi röportajın
yayımlanamayacağını söylüyor.
“Alo Fatih” hattının küresel üst modeli devreye sokuluyor.
Alman gazeteciden ya röportajı yeniden yapması ya hiç yayımlamaması
isteniyor. DW gazetecisi “ya herru ya merru” dayatmasına
rest çekince bu kez video kayıtlarına el koyuyorlar.
Gazeteciye “Kayıtları teslim etmezse bakanlıktan
çıkamayacağı” söyleniyor. Fiziken gazeteciyi, yalnız, çok
karanlık ve ürkütücü baskı rejimlerinde görüldüğü üzere rehin
almakla tehdit ediyorlar.
Bakan şimdi, “kayıtlara el konulduğunu” reddediyor.
Kendisini şöyle savunuyor:
“Maksadını aşan ifadeler ve ithamlar üzerine TV yetkililerine
röportajın yayımlanmaması talep edilmiştir. Tasarrufumuz, söz
konusu medya kuruluşunun yayın merkezi ülkede hassasiyetle
uygulanan ‘authorization/yetkilendirme’ kuralının yerine
getirilmesidir”.
Bakan’ın sözlerinin ardından bu “yetkilendirme
kuralı” nedir diye baktım.
Gazeteci ile röportaj konuğu arasında genel geçer
tek “yetkilendirme” aşaması vardır. O da, röportajdan
sonra değil öncedir. Konuk röportajı kabul ettikten yeniden
bir “yetkilendirme” tartışması açılmaz. Olası
itirazlarını konuk röportajda, kayıtta söyler. Veya söyleşiyi
keser.
Pinochet yapmadı
Her şey olup bittikten sonra “Mamafih basamazsın!” diye
açılan bir tartışmaya ilk kez tanık oluyorum. Çok ülkede röportaj
yaptım. Sorularımdan hiç hoşlanmayan Şilili
diktatör Augusto Pinochet’den bile böyle
tepki almadım.
Almanya’da evet doğru bir “authorization” kuralı varmış.
Ama şöyle; konuk olarak röportajda söylediğiniz (sayı, tarih gibi)
verileri veya yanlış bir sözcüğü düzeltme hakkına sahipsiniz. Bu
taramadan sonra “yayın yetkisi” veriyorsunuz. Ama spor
bakanının bu, bizde talep ettiği gibi söyleşinin tamamı için
bir “sil tuşuna” basma veya gazeteciyi alıkoyma
tehdidiyle söyleşiye el koyma hakkı vermiyor. Bu bize özgü tipik
bir Türk tarzı “yetkilendirme” üslubu oluyor.
Anlamadığım şu: Kılıç genç, 40 yaşında bir bakan. Politikanın
içinde pişmiş. Dedesi CHP’den vekilmiş. Kendi Almanya’da doğmuş.
Alman lisesinden sonra da üniversiteyi İngiltere de
okumuş.
Adı “Conflict Zone” olan bir programdan ne
bekliyor?