Gün geçmiyor ki Batı ile yeni kriz çıkmasın. Hafta başında
İtalya ile yaşanan son krizden sonra hafta sonunda da Avusturya ile
kriz çıktı.
Artık yalnız kâğıt üzerinde sürdürülen Türkiye’nin AB adaylığının
sonlandırılmasını isteyen Avusturya’ya karşı Mevlüt
Çavuşoğlu’nun yaptığı “Viyana ırkçılığın
başkenti” açıklaması, bu kez de Orta Avrupa ülkesi ile iplerin
gerilmesine yol açtı.
Aşırı sağcı lider Norbert Hofer’in aday
olduğu cumhurbaşkanlığı seçiminin sil baştan yenileneceği
ülkenin “ırkçılığın çıbanbaşı” olduğu ortada da bunu
böyle ifade etmek bir dışişleri bakanına düşmez. Gazeteciler
bunları söyler ama bir dışişleri bakanının “kral
çıplak” demesi savaş ilanı demektir ki, Çavuşoğlu’nun
mevkidaşı da söz düellosundan bu anlamı çıkarmış. Bir sürü gürültü
patırtı...
Büyükelçi, Viyana Dışişleri’ne çağrılmış v.s v.s...
Ama neticede mesele aslında bir Türkiye-Avusturya meselesi olmaktan
çok daha büyük.
Devam mı tamam mı?
15 Temmuz’un ardından Batı başkentlerinde sıklıkla gündeme
getirilen bir soru var.
“Türkiye ile yola devam mı tamam mı?”
İki görüş ortaya çıkıyor. İlki şöyle: Çekişmeyi tırmandırmak
kimseye yaramaz. Türkiye yalnızlaşır. Ama çok sıkışırsa Rusya’ya,
Çin’e yanaşır. Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de o dünyada yerini
alır. Ortadoğu’da jeopolitik ve güvenlik açısından kilit bir ülkeyi
kaybetmek Batı’nın işine
gelmez. Erdoğan ne kadar despotlaşırsa
despotlaşsın, ona katlanmak zorundayız. Bu gerçi Türkiye’de özgür
basın ve hukuk devletinin bir anı olması demektir ama hayatın
gerçekleri böyle.
New York Times’dan, Türkiye’yi iyi tanıyan Stephen
Kinzer örneğin perşembe günü bunu yazdı.
İkinci görüştekiler “ip inceldiği yerden
kopsun!” diyenler. O da şöyle:
Türkiye artık zaten şimdiye değin varsaydığımız gibi istikrarlı bir
ülke değil. Siyaseten de, ekonomik olarak da bilinmeyenlere gebe.
Konumunu güçlendirmiş görünse de orta ve uzun vadede Erdoğan’a ne
kerte güvenilebileceği meçhul. RTE’nin baskıları yalnız darbe
sonrasında çıkmış değil; laik devleti bitirmek için yıllardır
sürüyor. Erdoğan bu baskıları mazur göstermek için sürekli olarak
iç ve dış düşman arıyor...
Olsa da olmasa da bir
Bu görüş de Çizme’nin etkili jeostrateji dergisi “Limes”te
yazan ABD dış politika uzmanı John
Hulsman tarafından dile getiriliyor. Aynı dergide yer
alan bir başka yazıda 15 Temmuz’un en öngörülmeyen sonucunun Türk
ordusunun çok yıpranması olduğu söyleniyor. “NATO’nun ikinci
ordusu paramparça” deniyor. Türkiye’nin “askeri
müttefik” olarak en değerli avantajını yitirdiği belirtiliyor.
Özetle“Batı’nın artık yanında olsa ne olur, olmasa ne
olur?” demeye getiriliyor.
Bu değerlendirmeler beraberinde sorulan iki soru var.
“Bu ilişki bir yerde kopacaksa kırmızı çizgimiz nedir?” Bu
bir...
“Batı’nın, Türkiye’ye alternatif bir B-planı var
mı?” iki.
İkinci sorunun yanıtı Avrupa açısından Ankara ile yapılmış mülteci
anlaşmasını Atina’ya kaydırmak. Kampları ve de anlaşma için vaat
edilen paraları Yunanistan’a devretmek. Türkiye’nin biricik değeri
Brüksel için Erdoğan’ın sürekli şantaj konusu yaptığı “mülteci
anlaşması” ile sınırlı. Tek “kırmızı çizgi” de idam
cezası. İdamın yeniden tesisi, büyük olasılıkla iplerin
kopartılmasına neden sayılacak.