Ömer Şerif’i en son 2003
Venedik Film Festivali filmlerinden olan “Mösyö İbrahimve Kuran’ın
Çiçekleri”nde izledim.
Şerif’in uluslararası ilgi yaratan son filmi bu oldu.
Efsane aktör izleyicilerin karşısına, ’50’ler Parisi’nin adları
bile birer rüyayı -“Rue Bleue, Rue Paradis”- andıran ufak
sokaklarında bir bakkal dükkânını işleten “Mösyö İbrahim”
kimliğiyle çıkmıştı.
Ununu elemiş, eleğini asmış; kendi halinde ama karizmatik bir yaşlı
bilgeyi canlandırıyordu.
“Anadolu’dan İran’a dek uzanan topraklardan… Haliç’ten
geliyorum ben!” sözleriyle kendisini tanıtan İbrahim,
filmde Momo lakabını taktığı 15 yaşında
kimsesiz bir Yahudi çocuğu evlat ediniyor ve derken onu kökleriyle
buluşturmak için İstanbul’a getiriyordu.
Asıl adı “Musa” olan “Momo”ya; İstanbul camilerini, kiliselerini,
sinagoglarını gezdiriyor: bu toprakların zengin kültürel
geçişkenliğini göz önüne seriyordu.
Bir “sufi” olan İbrahim yaşamda önemli olan “değerlerin” gerçekte
“Müslüman” ya da “Yahudi” etiketleri ile sınıflandırılamayacağını
vurguluyor; “Momo”ya Mevlanaöğretilerini
tekrarlıyordu.
Dostluğu, insanlığı, sevgiyi ve dini bağnazlığın her çeşidine karşı
duran bir hikâyeyi perdeye taşıyan “Mösyö İbrahim”, masalsı küçük
bir film olmasına karşın “11 Eylülsonrasının” “uygarlık çatışması”
ikliminde çok geniş ilgi çekmiş ve beğenilmişti…
‘Çokkültürlü’ İskenderiye’den...
Görmüş geçirmiş “Türk bakkal” haliyle Türkçe de
konuşuyordu.
Filmi izlerken o konuşmaların montaj olabileceğini
düşünmüştüm.
Meğerse “Türkçe”, Ömer Şerif’in bildiği dillerden (Arapça,
İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Türkçe, Rumca)
biriymiş… Öldükten sonra şimdi anlıyorum ki “Mösyö İbrahim”,
bir anlamda Ömer Şerif’in kendisiymiş.
Şerif, her şeyden önce Doğu’nun, “İstanbul” gibi, en “çokkültürlü
dünya kentlerinden” biri olan İskenderiye’de, Lübnan ve Suriye
asıllı Hıristiyan bir ana-babadan doğmuş…