İtalyan futbolunun krizini, bundan birkaç yıl önce bir maç
esnasında Roma’nın büyük olimpiyat stadyumunun önünden bir taksiyle
geçerken fark ettim.
“Nasıl ya” dedim şoföre; “Yollar bomboş. Eskiden stadyumun önü adam
almazdı. Seyyar satıcılar, arabalar, bayraklar vs… Şimdi terk
edilmiş bir görünümü var. Ne oluyor?”
Adam bana aydan gelmişim gibi baktı ve “Yeni mi fark ediyorsunuz”
dedi:
“2010’lardan bu yana futbol artık bizde boş stadyumlarda oynanıyor.
En son stadyumda ben ne zaman futbol izlediğimi hatırlamıyorum.
Statlar çok eski ve altyapısız, biletler oysa çok pahalı. İki
çocuklu bir ailenin stadyumda futbol izlemesi bir lüks. Hele de
kriz ortamında. Statlardaki şiddeti ve radikal İslam terörü
korkusunu bunlara ekleyin. Herkes maçları artık evde büyük ekran
TV’lerden ya da tabletten izliyor.”
Bu sözler futbolla hiç arası olmayan beni dahi hüzünlendirdi.
Düşündüm de… Değil stadyum, pub’larda bir arada futbol izleyen
kalabalıklar bile tenhalaşmıştı. Eskiden İtalyan sokaklarında
önemli maç zamanlarında kahvelerden yükselen “Goool!” çığlıkları
eksik olmazdı.
“Stadyum futbolu”yla beraber bu toplu ritüelin de nicedir eski
canlılığını, coşkusunu, keyfini kısaca folklorunu yitirdiğini
düşündüm. “Kahve futbolu” bile vazgeçilmez sosyalliğini
kaybetmişti. Savaş yenilgisi gibi
Pazartesi gecesi 0-0 sonuçlanan İsveç karşılaşmasında İtalya’nın
Dünya Kupası macerası sona erince, “sokak” düzeyinde nicedir
hissedilen bu değişimi düşündüm.
Geçmişten bugüne 20 Dünya Kupası’nda 4 şampiyonluk alan, olmadı…
ya...