Oscar’lı yönetmen Oliver Stone’un kış başı
vizyona giren “Snowden” filmini gördünüz mü?
Orwell’in kurgubilim “Büyük Birader” dünyasının artık somut gerçek
olduğunu ortaya koyan ABD’nin sabık istihbarat
ajanı Snowden skandalını, belgesel
tadındaki bir filmle perdeye aktaran Stone, filmini tekniğe boğulan
bir öykünün herkes tarafından anlaşılması için yaptığını
söylemişti.
Snowden, ABD’nin internetle herkesi gözetleyen “Büyük Birader”e
dönüştüğünü kanıtladığından hemen hedefe yerleştirilmiş ve malum…
“yandım Allah” diyerek kaçtığı
Rusya’da Putin’e sığınmıştı.
Stone, Moskova’da görüşüp serüvenini aktardığı “Snowden” filminin
tanıtımını yaparken; “ülkelerin bundan böyle askeri
değil, dijital denetimlerle hegemonya kuracaklarını”
açıklamış, perdeye bu konuyu taşımasının baş nedenlerinden birinin
tam da bu yeni dünyayı anlatmak olduğunu belirtmişti.
Son “WikiLeaks” skandalını izlerken Oliver Stone’un olay filmini ve
bu sözlerini hatırladım.
“CIA TV’lerden ev dinliyor” başlıklarıyla gazetelerde yer alan,
bilgisayarlar, akıllı telefonlar, akıllı TV’lerle ABD
istihbaratının ortam dinlemesi yaptığına ilişkin haberler, zengin
teknik bilgilerle donatılıyor...
Tek dert ‘akıllı telefon’
Yalnız bizde değil, tüm dünya basınında böyle.
Televizyonları, izleme aygıtlarına dönüştüren “ağlayan
melek/weeping angel” programları için her ayrıntılı bilgi var. Ama
bu programların kimi/kimleri hedef aldığı hakkında hiçbir
değerlendirmede bulunulmuyor.
Ya da en basit “CIA bunları yapıyorsa, bizim kendi
örgütlerimiz… diğer istihbarat kurumları ne yapıyor? Onların
eli armut mu topluyor” soruları sorulmuyor.
Skandalın en vazgeçilmez “mahremiyet haklarını” ihlal
eden, insan haklarını, anayasal hakları çiğneyen çarpıcı boyutları
hiç tartışılmazken “ABD’de, misal skandal… kimin işine yarar?
İstihbarat örgütleriyle kavgalı çiçeği burnunda
başkan Trump’ın mı, yoksa son WikiLeaks
skandalının kapsama
alanına giren Obama’nın mı” soruları
soruluyor.