Bağımsızlık referandumu ve deklarasyonu ardından seçilmiş
Katalan hükümeti üyelerinin hapse atılmasıyla İspanya’da yeni bir
eşik aşıldı.
Şimdiye dek ülkenin toprak bütünlüğünü ilgilendiren bir “iç sorun”
gözüyle bakılan mesele, Avrupa’yı da içine katan bir “hukuk devleti
sorunsalına” dönüştü.
Madrid her ne kadar meşru “egemenliği” korumak saikiyle hareket
etmiş olursa olsun, “seçilmiş temsilcileri” kodese tıktığı andan
itibaren; bir “Pandora kutusu” açıldı.
“İspanya bu kararla ‘hukuk devleti’ni çiğnedi mi çiğnemedi mi?”
şeklinde gayya kuyusu gibi derin netameli bir tartışma açıldı.
Bir yanda “toprak bütünlüğü”, “kurulu anayasal düzeni” korumak gibi
çağlardan beri geçerli olan “devlet raconu” kriterleri...
Diğer yanda “hukuk devleti, ifade özgürlüğü, insan hakları, temel
hak ve özgürlükler” gibi yüce değerler var.
İspanya sınırlarını zorlayarak Avrupa’ya yayılma istidatı gösteren
Katalan krizinde şimdi bu iki değer kümesi çarpışıyor.
Hangisi ağır basacak?
Aralarında Çipras’ın eski maliye bakanlarından
Yanis Varufakis ve Antonio Negri
gibi etkili İtalyan yazar ve düşünürlerin de bulunduğu 200’e yakın
Avrupalı sol aydının AB Komisyonu ve hükümet-devlet başkanlarına
gönderdiği son bildirinin anlamı bu.
Aydınlar, akademisyenler, siyasetçiler, Avrupa parlamenterlerinden
oluşan imzacılar, İspanya hükümetinin, devletin egemenliği ve
milletin bölünmezliği ilkelerini korumak adına Avrupa İnsan Hakları
Konvansiyonu, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi tarafından güvence
altına alın...