Evren öldüğünde artık diktatör değil; çeyrek asır önce emekli
olmuş, sağlık sorunlarıyla boğuşan düşkün, düşmüş bir
ihtiyardı.
Klasik deyişle; ahı gitmiş, vahı kalmıştı.
Ardında bıraktığı 12 Eylül mimarisi ve zihniyeti, hâlâ yerinde
devam ediyorsa; bunun öncelikle sorumlusu -kamuoyu, medyası ve
muhalefetiyle- biziz...
Aradan on yıllar geçmiş; “çağdaş demokrasi” adına taş taş
üzerine konulamamış.
Tersine özgürlüklerde geri gidilmiş.
Askeri vesayet bitmiş, sivil vesayet gelmiş.
Nerdeyse dalya diyen Evren, üç yıl tedavi gördüğü bir hastane
köşesinde ölmüş, ölmemiş neyi değiştirir? Bizim için fark
eder?
“Diktatörün ölümü” dendiğinde ben mesela İspanya’da
tartışmasız “diktatör” olarak yatağında
ölen Franco’yu düşünüyor ve
hatırlıyorum...
Şampanya ile kutlandı
1980 yılında İspanya’ya gittiğimde Franco öleli 5 yıl olmuştu
ve “diktatörün ölümü”henüz belleklerde tazeydi.
Dost toplantılarında insanlar birbirlerine hâlâ, yeri
geldiğinde, “o gün nerede olduklarını” ve “ne
yaptıklarını” anlatıyorlardı.
“Kennedy’nin ölümü” ya da “11 Eylül” gibi, tarihin
hani “büyük şok”/ “büyük paradigma değişikliği” anları
vardır ya...
Öyle...