Anneciğinin parkta koşup spor yaparken uğradığı saldırıyı
duyduğumda, ilk aklıma gelen şey senin cinsiyetin oldu.
Bebek ya kızsa? Bu ülkede bitmeyen kadına karşı şiddetin ilk
örneğini daha ya hayata gözünü açmadan anne karnında yediyse… diye
düşünürken “kız” olduğunu öğrendim.
Kız çocuklarını genelde erkek çocuklardan daha çok severim. Çoğu
defa daha eğlenceli olurlar. Ama bu kez “kız” olarak dünyaya
gelecek olmana fazla sevinemedim.
Kızlara, kadınlara hayatı her gün biraz daha dar eden ve cehenneme
çeviren bir ülkeye doğacağın için içimi tam nasıl tanımlayacağımı
bilemediğim bir burukluk kapladı.
En son en yakın arkadaşımın dünya güzeli bir kız torunu olduğunda
bunları düşünmüştüm: Acaba kadın olarak ilerde bu ülkede nasıl bir
geleceğe sahip olacak? Bizim çocukluğumuzda, genç kızlığımızda
sonuna dek özümsediğimiz ve kanıksadığımız, hiç geri alınmaz ve
sorgulanmaz olduğunu düşündüğümüz özgürlük ve eşitlik koşullarına
sahip olacak mı?
İstediği gibi giyinebilecek mi?
İstediğiyle, istediği zaman, istediği yere gidebilecek
mi?
Bizim aldığımız “eşitlikçi eğitim” ve “eşitlikçi görgüyü”
alacak mı? O “eşitlikçi değerleri” toplum nezdinde benimseyebilecek
mi?
Kısaca istediği kız ve istediği kadın olmasına izin verilecek
mi?
Kadını aşağılamanın, küçültmenin, toplumdan dışlamanın
içselleştirildiği, normalleştiği bir ortamda ve toplumda mı
büyüyecek yoksa?
Bunları en son üç yaşındaki Ela dünyaya
geldiğinde düşünmüştüm.
Manisa’da şimdi evine yakın bir parkta sırf yolda tek başına
yürüdüğü/koştuğu/dışarda olduğu için tekme tokat dayak yiyen
annenin dramını duyunca yeniden aklıma geldi.