16 Nisan
referandumu Erdoğan iktidarının
uluslararası meşruiyetine son darbeyi indirdi.
Darbelerin ilki Gezi ile gelmişti.
İkincisi 15 Temmuz’un ardından dumur etkisi yaratan kitlesel işten
çıkarmalar, tutuklamalar ve basına tırmandırılan baskılarla
yaşandı.
Sonuncusu, OHAL’de gerçekleştirilen “rejim referandumunun”,
dünyanın gözleri önünde kayda geçen kirli sonucu oldu.
“New York Times” bu büyük aşınma sürecini
kısaca “Erdoğan’ın meşruiyeti,
uluslararası gözlemcilerden gelen seçim
usulsüzlükleri iddialarıyla daha da sarsıldı” diyerek
ifade ediyor.
YSK’nin “mühürsüz oy” açıklamasını ve “kıl payı
zafer”i izleyen saatlerde dünya liderleri sessizliğe
gömüldü.
“Atı alan Üsküdar’ı geçti” ifadesiyle kendi kendine gelin
güvey olan RTE’yi öncelikle yalnız Azerbaycan, Katar, Bahreyn,
Gine, Cibuti, Pakistan “tebrik” etti.
AB, “AGİT raporunu bekliyoruz!” demekle
yetindi.
Merkel ağzının içinde, “Sonuçlar
Türk halkının bölündüğünü gösteriyor” babında bir şeyler
geveledi.
Trump’ın telefonu ise bir gün sonra geldi. RTE
bunu CNN International’dan heyecanla ilan ederken o da ne? Beyaz
Saray’dan soğuk duş gibi bir açıklama
ile; “Görüşmenin amacı referandum sonuçları değil, Suriye
gibi ortak konuları konuşmaktı. ABD’nin çıkarları için
(eli mahkûm?) bazı ülkelerle çalışmakzorundayız” dendi.
Tavşana kaç tazıya tut
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Kulakları sağır eden bu
sessizliklerin, nalına mıhına açıklamaların, gerdan kıran, bel
kıvıran bu dansöz hareketlerinin anlamı ne?
Trump’tan başlayalım...
Trump’ın asla ve kata “demokrasi” gibi bir davasının
olmadığını biliyoruz. Olsaydı Beyaz Saray’da ilk ağırladığı
Müslüman liderlerden
biri Sisi olmazdı...
Trump, referandum sonrasında belli ki Ankara’yı, Ortadoğu
satrancında Putin’e kaptırmak istemiyor.
Moskova ve Washington arasında Türkiye üzerinde süregiden
çekişmenin ne kertede önem taşıdığını, Putin’in de atik tetik
biçimde Trump’ı izleyen saatlerde Erdoğan’ı aramasından
anlayabiliyoruz.