Yaz başındaki
bir Tarkan konserinin
ardından Harbiye Hilton’a uğradığımda fark ettim.
Lobi tamamen boştu. Işıklar da mı loşlaşmıştı yoksa bana mı
öyle geldi bilmiyorum. Ama aşağıda bir düğünden biraz erken çıkan
müşteriler olmasa, otelin tümüyle terk edilmiş olduğunu
düşünecektim.
Lobiye bitişik çay salonunda türbanlı hanımların çoğunlukta
olduğu birkaç yerli ve Arap aile dışında ufukta tek Batılı turist
görülmüyordu. Boğaz manzaralı terasa çıktığımda, buranın da boş
olduğunu gördüm. Sonra
aşağıda “Dragon”un yanındaki açık bara
indim. Bu bölümde de sırf Türklerden oluşan birkaç masa dışında
yabancıya rastlamadım.
İstanbul’un bu en merkezi, en eski ve köklü beş yıldızlı
otellerinden birindeki manzara, tam “bir olağanüstü
hal ülkesindeki” duruma karşılık
geliyordu.
Hani Amerikan filmlerinde hep görürüz. Şehirde sözgelimi bir
çatışma/devrim yaşanmaktadır ya da olağanüstü kriz hali vardır.
Krizi belgelemek için kente doluşan gözüpek gazeteciler, başka
zamanların en kalabalık ve tanınmış otellerine indiklerinde, birden
bir “boşluk” tablosu,
kasvet durumuyla karşılaşırlar.
Kentle ilk temaslarında hayatın soluğunun kesildiğini derhal
fark ederler...
“Hilton Oteli”nde o gece benim aldığım izlenim de
böyle, akut bir turizm krizinin ötesinde,
bir “yaşamın solup
sönmesi” haliydi.
O nedenle İtalya’dan “La
Stampa” gazetesinde önceki gün
çıkan “İstanbul’unışıkları sönüyor:
Turistler terör saldırılarından ve polis
baskısından kaçıyor” başlıklı yazı çok
ilgimi çekti.