Bülbül sesini ben hayatımda ilk kez İran’da duydum.
Tahran’da ilk gecemdi. Şah öncesinin hükümdarları olan Türk kökenli
Kaçar hanedanından kalma harikulade bir malikânenin bahçesinde
bulmuştum kendimi. Asırlık ağaçlar ve güllerin, ortancaların
bulunduğu bahçede bülbüller şakıyordu. İran’a girişim divan
edebiyatının has örneklerine layık şekilde güller arasında ve
bülbüllerin sesi ile olmuştu. Malikânenin rüya gibi bu bahçeye
açılan ince, zarif sütunlu bir terası vardı. Terasın önünde
geleneksel bir şark havuzu, havuzun ilerisinde de malikânenin
parkına doğru yönelen iki yanı çınarlı bir yol uzanıyordu. Terastan
bu yöne baktığınızda, sonsuzluğa giden bir yola bakıyor gibi
oluyordunuz.Kiarostami ile ahbaplığı olan ev
sahibi dostum, İranlı yönetmenin bu terasta benim üzerinde
bulunduğum koltuğa oturduğunda, bu çınarlı yola bakmaktan büyük
zevk aldığını anlatmıştı. Ev sahibesi gibi Kiarostami’ye de çünkü
bu yol “sonsuzluğu”düşündürüyordu... Kiarostami’yi tanımadım
ama bahçesine girmiş oldum. Hiçbir şey bana günbatımında
rayihaların yükseldiği bu muhteşem Doğu bahçesi denli onun
sinemasını tarif edemezdi: Şiirsel ince bir estetik ve doğayla iç
içe geçen zengin boyutlu felsefi bir derinlik...
‘Aktif muhalif olmadı’
Kiorastami ve ardıllarına zamanla alışıldı...
Ama Kiorastami filmleri, 90’lar sonunda sansür duvarını aşarak
dünyayla ilk buluştuğunda, sanatseverler uzaklardan perdeye ulaşan
bu yeni soluk ve yeni bakışla derinden sarsılmıştı. İran sinemasını
evrene açan ve arkasından gelen tüm büyük İranlı yönetmenlere yol
gösteren Kiarostami’nin ölümünü duyduğumda, “Kajar bahçesinin
ev sahibesi” dostumu aradım. Arkadaşım “Kiarostami’nin
sinemaya tinsel bir yaklaşımı vardı” diye söze
başladı: “Ağır tempo sineması kitlelere değil sanat
tutkunlarına hitap ederdi. Filmleri Tahran sinemalarında
gösterilmezdi. Evlerde ve özel gösterimlerde izlenirdi.
Ama izleyicilerinin, salt aydın çevreyle sınırlı olmasına
rağmen rejim Kiarostami’den hiç haz etmezdi.
Yönetmeni doğrudan doğruya hedef almasa da kendisine
sıcak bakmadığını belli ederdi. Kiarostami de, beri yandan
rejim karşıtı olmakla
birlikte Panahi örneğinde
gördüğümüz gibi aktif bir muhalif olmayı hiç düşünmedi.
Sürgünde yaşamak istemedi. Ama sık seyahat eden ve dünyayı
bilen, iyi tanıyan bir aydındı.”