Yurtdışında “Türkiye’ye gidiyorum!” dediğinizde, insanlara şöyle bir kal geliyor.
Önce bir an işittiklerini doğru duyup duymadıklarını teyit etmek istercesine boş boş bakıyorlar.
Sonra endişeyle; “Ciddi misin?”, “Sahi mi?”, “Gidecek zamanı mı buldun?”, “Niye?”, “Şart mı?”,“Erteleyemez misin?” gibi diziyle soru sıralıyorlar. Bazıları lafı uzatmadan,“Korkmuyor musun?” diye soruyor.
Türkiye denince insanların aklına çünkü artık yalnız “terör” ve “ağır baskı” geliyor.
30 küsur yıllık gazeteciliğimde Türkiye’nin adının bunca yoğun korkuyla özdeşleştirildiği ve anıldığı başka dönem yaşamadım.
Roma’dan uçağıma önceki gün bu düşüncelerle bindim.
Uçakta Türkiye yolcusu yabancı yok gibiydi. Yeşilköy’de pasaport polisinin önü hiç görmediğim denli boştu.
İlk defa Atatürk Havaalanı’ndan bu kadar hızlı çıktım. İş çıkış saati olmasına rağmen, jet hızıyla eve ulaştım. Yollar boştu. Trafiğe hiç takılmadım.
Mücadele ‘dua’ya kaldı
Uçağa binerken edindiğim ve giderek incelen “gazete destesinde”, Fenerbahçe Teknik Direktörü Vitor Pereira’nın bile Türkiye’den “güvenlik endişesiyle” artık ayrılmayı düşündüğünü okudum.