Kırım’a en son üç yıl önce gittim.
Çeşitli vesilelerle Kırım’ı görmeye beni iten etken, burada tarihin
inanılmaz bir“bitmemişlik, sonuçlanmamışlık” duygusu
vermesiydi…
2012 güzü başındaki son seyahatimde Kırım’ın aslında yeniden el
değiştirip “Rusegemenliğine geçeceğine” dair hiçbir
işaret yoktu.
Ama gördüğüm her şey, tarihin beklenmedik, trajik gelgitleri
olduğunu ve bu yarımadanın da o gelgitlere hep tanıklık ettiğini
gösteriyordu.
Kırım deyince ilk aklıma gelen yer, II.
Çar Nikola’nın Yalta’daki Livadya
sarayı örneğin… Son Rus Çarı, Karadeniz’e bakan bu sarayı, ailesi
ile yazlarını geçirmek için 1911’de yaptırmış ama burada dört yaz
yaşayabilmiş…
I. Dünya Savaşı çıkınca, bir daha buraya dönememiş.
“Sovyet devrimi” olmuş, sonra da ailesiyle “kurşuna
dizilmiş”.
Tarihin sıfırlandığı yer
“(Livadya’ya) baktıkça” diye yazmışım o Kırım seyahati
notlarında; “Çarın kendisinibekleyen sondan ne kadar uzak ve
habersiz yaşamış olduğunu düşünüyor. Salonlardan birinde
heykeli duran mitoloji kahramanı Penelope’nin öyküsü gibi
burada her şey. Ördüğü örgüyü her gece söken ve sabah
yeniden örmeye başlayan Penelope’nin
mitolojideki serüveni gibi tarih burada bir asır
boyunca birkaç kez sıfırlanmış.”
II. Dünya Savaşı’nın sonunda da nitekim Churchill,
Roosevelt ve Stalin pasta
keser gibi, Avrupa’yı “Doğu” ve “Batı” diye
burada bölüşmüşler.
Kırım, o derece feleğin çemberinden geçmiş bir yer.
Kırım Savaşı’nın yaşandığı Sivastopol’u da unutmamak
lazım…
Sivastopol’a girerken daha insanı Osmanlı donanmasını Sinop’ta
batırarak (1853) savaşa yol açan
amiral Nahimov’un heykeli
karşılıyor.
Kent sırtlarındaki “Panorama müzesinde”, “büyük güçler
kapışmasına dönüşen”savaş anlatılıyor.
Tüm şehir bir buçuk küsur asır öncesindeki Kırım Savaşı’nın
gölgesinde yaşıyo