Bugün katliamın 1. haftası…
Bir haftada sanki yıllar geçti ve yaşlandık.
Ulusu kenetlemesi gereken vahşet karşısında, bu vahşeti daha da
katlayan çok büyük ilkelliklere tanık olduk.
Sözde artık “Demokrasi Meydanı” olarak anılacak “Gar meydanındaki”
badirenin kurbanlarına “terörist” imasında bulunan TRT spikerleri
mi istersiniz; kurbanları anmayı reddeden iktidar partisi belediye
başkanları mı; saygı duruşu yapan futbolcuları ıslık ve tekbirlerle
sindirmeye çalışan stadyum kalabalıkları mı; katliam yerine,
“yabancı bir konukla” ancak dört gün sonra intikal edebilen
bir devlet başkanı mı…
Badirenin acısını ağırlaştıran, insanın yüreğine taş gibi oturan ve
barış içinde yaşama umutlarını yok eden olaylar bunların
hepsi.
Bir de yalnız 4 yıllık bir demokrasi deneyimi olan Tunus’a
bakın...
İç savaşı STK’ler önledi
Tunus, Türkiye’nin çok partili demokrasiye adımını nicedir attığı
1956’da sömürge olmaktan henüz çıkıp bağımsızlığını ilan etmiş olan
bir ülke…
2011’deki “Yasemin Devrimi”ne kadar, “demokrasi” tecrübesi hiç yok,
olmamış.
Bugün Müslüman dünyasına “ışık tutan” ve “ufuk sunan bir yol”
olarak gösteriliyor.
Türkiye’nin Ankara katliamı ile sarsıldığı sırada tam Tunus’un
çiçeği burnunda “demokrasisinin sivil toplum uzlaşmasına”
Nobel ödülü verildi.
Siyasal cinayetler…
Turizm merkezleri ve ekonominin kalbine nişan alan terör
saldırıları…
Laik-İslamcı kutuplaşmalarına rağmen Tunus; iş dünyası, sendikalar,
insan hakları dernekleri ve barolara dek uzanan örnek “sivil toplum
dayanışması” sayesinde bu yakıcı sorunların üstesinden gelmeye aday
bir ülke olarak, yüreklendiren ödüle layık görüldü.