Agatha Christie’nin “On Küçük
Zenci” romanını bilir misiniz?
Hikâye, “On Küçük Zenci” isimli bir çocuk şarkısına
dayanır.
“On küçük zenci yemeğe gitti. Biri kendini boğdu ve kaldı
dokuz” diye başlayan şarkı; “biri uyuyakaldı, biri
kayboldu, birini balık yuttu, biri güneşte kızardı” diye
devam eder. Sonunda bir başına kalan son zenci de gidip kendini
asar.
Romanını, “Ve hiçbiri kalmadı” diye biten bu çocuk
şarkısına uyarlayan Christie’nin ıssız adada bir araya getirdiği
kahramanları da şarkıdaki gibi tek tek ölür. Geriye hiç kimse
kalmaz.
Bizim gazetecilik serüvenimiz de gitgide bu “On Küçük Zenci”yi
andıran hale geldi. Giderek basının ıssız adasında hiç kimse
kalmayacak.
Barış Pehlivan’ın şu başına gelenlere
bakın.
Meslektaşımız Cumhuriyet soruşturmasını çökerten “FETÖ’den
sanık savcı” haberini yaptı. “Cumhuriyet’e FETÖ
operasyonunu yapan savcı, FETÖ üyeliğinden yargılanıyor.
Bu nasıl bir hukuk skandalı” diye yazdı. Haberin
mürekkebi kurumadan hakkında -“teröre” atıf yapan
gerekçelerle- soruşturma açıldı.
Mehmet Şimşek, Bekir Bozdağ tarafından itiraf
edilen haberin doğruluğu hiç sorgulan(a)mıyor. Buna rağmen
istenmeyen haberi yapan gazeteci hedefe
yerleştiriliyor, “terör” bahanesiyle yakasına
yapışılıyor.
“Gerçeği” yazan özetle “terörist” oluyor.
İktidarın “gerçek haberci/gazeteci=terörist” gözlüğünü,
bundan açık ve net betimleyen bir şablon olamaz.
Cumhuriyet olayıyla yükselen tansiyon nedeniyle sözü edilen
soruşturmaya gerçi hızla takipsizlik kararı verildi. Ama şablon
önümüzde. Şablon değişmiyor. Geçmişte örneklerini defalarca
gördüğümüz gibi, gerçeği her yazanın önüne yeniden yeniden
çıkartılıyor/ çıkartılacak.