İran’la nükleer anlaşma “mutlu son”la tamamlanınca, altı-yedi
yıl önce Tahran’da bir kadınla yaptığım konuşma hatrıma
geldi...
60’larını süren kadın gençliğini Şah döneminde geçirmiş, 35 yıllık
devrimin şokunu tüm ağırlığıyla yaşamıştı.
Lafı eğip bükmeden bana “Türkiye’den nefret
ediyorum!” demişti: “O kadar kiadımımı atmak istemiyorum.
Ne zaman Türkiye’ye gitsem içimden ağlamak geliyor.Etrafa
baktıkça yalnız heba edilen yılları ve fırsatları düşünüyorum.
Türkiye’de her şey bana İran’ın erişebilecekken ıskaladığı
şeyleri düşündürüyor. Türkiye’nin gelişmişlik ve refahını
petrol zengini İran haydi haydi yakalayabilirdi. Biz bir daha
yerine gelmeyecek zamanı kaybettik ve çok acı
çektik!”
Türkiye ve İran birbirine, başka hiçbir ülkenin
tutmadığı “aynayı” tutan ülkeler...
Bazen çok acımasız olabilen aynadaki “suret” karşısında
insan işte böyle “ağlamaklı”dahi olabiliyor.
Bugün fırsat olsa aynı İranlı kadınla konuşsam hissiyatı çok farklı
olabilir.
İran benim Tahran’da
bulunduğum Ahmedinejad yıllarına
göre
geleceğe olağanüstü “umutla” bakan ve şimdi artık
yitirilen yıllarını telafi ederek“uluslararası güç” olarak
temayüz etmeyi bekleyen bir ülke.
Dünyaya söz geçiren BMGK’nin daimi 5 üyesi ABD, Rusya, Çin,
İngiltere, Fransa ve Almanya’yı içeren P5+1’le, 14 Temmuz’da
sağlanan “anlaşma” ardından kafalarda beliren tasavvur en
azından bu. İran halkı bu yüzden sokaklarda bayram
ediyor.
Dünyanın büyük güçleriyle masada bu kertede önemli bir
jeo-stratejik anlaşmayı kotarmak dahi İran’a başlı
başına “özgüven” veriyor.
Ankara’nın ruh hali
14 Temmuz’un ardından yüzümüze tutulan İran aynasında peki biz
kendimizi nasıl görüyoruz?Resmi açıklamalarda dillendirildiği
üzere “memnun”, “mesut” ve “sevinçli”mi?