Köln’e yeni gittim. Otelim, Kuzey Avrupa’nın en büyük gotik
kilisesi, vitraylarıyla ünlü Köln Kaderali’nin karşısındaydı. Odam
görkemli katedrale bakıyordu…
Günün her saatinde kaderal önünde müzisyenler eksik olmuyor; kâh
klasik, kâh caz müziği yapıyor; gitarla şarkılar
söylüyorlardı.
Penceremden meydanı seyretmek bile hoş, tasasız, rahat bir özgürlük
âleminde seyahat etmek gibiydi.
İşte bu “özgürlük âlemi” yılbaşında insanların başına geçmiş.
Kadınların özgürlük dünyası başlarına yıkılmış.
Anlatılanlar çok korkunç…
Katedralle yürüyüş mesafesindeki istasyon arasında, “Arap
görünümlü” bin civarı erkek, öbekle çeteler halinde “yalnız
kadınları” “markaja alıyor”, oluşturdukları “dehşet koridorunda”,
sözlü hakaretlerle birlikte her türlü tacizde
bulunuyorlar.
İşi, bazı kadınların iç çamaşırlarını yoklamaya dek
vardırıyorlar…
Anlatılanlar öyle beter ki, bizdeki malum Taksim rezaletlerini
aşıyor; ortaçağ esir pazarlarında yaşananları andırıyor.
Uygarlık çatışması
Yeni yılın ilk günlerinde gizemli biçimde üstü örtüldükten sonra,
hafta ortası manşetlere taşınan bu korku filmi “taciz”, Avrupa’da,
Kuzey Kore’nin “hidrojen bombası”na eşdeğer bir etki
yarattı.
Olay “uygarlık çatışmasının” son katmanı olarak yaşandı.
Batı’nın temel değeri, basın-ifade özgürlüklerinin simgesi olan
“Charlie Hebdo” saldırılarının 1. yılına isabet eden günlerde
gündeme gelen bu “organize taciz”, kanlı terörle eş tutularak bu
kez “kızlı erkekli yaşama”, “kadın erkek eşitliğine”, “kadın
özgürlüklerine” yapılan bir saldırı olarak
değerlendirildi.
“Batı’nın yaşam tarzına” tecavüz olarak algılandı.
Kadınlar; “Müslüman (oldukları varsayılan)” saldırganlar nedeniyle
“Artık ‘bedenime’ sahip değil miyim?” öfkesi yaşadılar.
Kadınlı erkekli herkes, “Kamu alanına sahip değil miyiz? Şehrin
sokakları bizim değil mi?” telaşına kapıldı. “Devlet nerede? Bizi
koruyamıyacak mı?” kuşkusuna düştü.
Marslılar istilası gibi bir “ötekiler saldırısı” fobisi
çıktı.
“Yabancı korkusu” katlandı.
Eski Kıta, “Yasa ve düzen ülkesi Almanya’da bu olabiliyorsa,
Avrupa’nın tüm diğer ülkelerinde neden olmasın” kâbusu gördü.
‘Müslümanlara kapı kapalı!’
Olayın aydınlatacak daha çok yanı var. Israrla üstelenen soru;
polisin neden her şeyi ertesi gün medyaya yansıtmamış
olması.
İslamcı teröre karşı Avrupa’nın tüm büyük kent meydanları ve
istasyonlarında olağanüstü güvenlik önlemleri alınmışken,
Almanya’da polis bunca stratejik bir yerde, kent meydanı ve
istasyonda neden sırra kadem bastı?
Polisin kendi beceriksizliğini gizlemek/ ırkçılığı köpürtmemek için
mi olay ilk birkaç gün görmezden gelindi?
Yoksa bilakis… “göçmen, İslam karşıtlığını” kamçılayan hadisenin
ardında bilmeyen başka karanlık hesaplar, manipülasyonlar mı
döndü?
“Radikal İslamcılık” bir yanda…
“Irkçı Avrupa” beri yanda…