“Reis” son olarak “Avrupa ülkeleri monarşi ile demokrasiyi
birlikte yaşatma yoluna giderken, biz hanedanı ülke dışına çıkartıp
cumhuriyeti ilan ettik” buyurdu ya...
Avrupa parlamenter monarşilerinde bu “birlikte yaşatma durumunun”
nasıl hayata geçirildiğine bir bakalım.
Duymuşsunuzdur. İspanyol monarşisinden Inaki Urdangarin bundan iki
gün önce 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Urdangarin, bir “üst mahkeme” eğer cezasını onaylarsa seçtiği
hapishanede yatacak. Yani gideceği hapishaneyi seçme hakkı var. Ama
işte o kadar. Kim Undangarin derseniz... İspanya Kralı Felipe’nin
eniştesi.
Tahtından bu skandal nedeniyle feragat etmek zorunda kalan önceki
kral Juan Carlos’un damadı ve tahtın 6. sıradan varisi Cristina’nın
kocası. Taht varislerinden birinin eşi olan Urdangarin kertesinde
bir saray mensubu, İspanya’da 1.5 yıl boyunca karısı ile beraber
yargı önüne çıktı.
Sonunda sürgünde yaşamaya zorlanan Prenses Cristina para cezası ile
kurtarırken; “enişte”; zimmet, ihtilas, irtikap, resmi makamları
aldatmak, nüfuz ticareti, vergi kaçırmak, kara para aklamak,
dolandırıcılık, resmi ve ticari belgelerde sahtekârlık gibi çok
ağır suçlardan hapis cezası yedi. İspanyol yargısı,
“enişte”/“damat” ayrımı yapmadı.
‘Hukuk devleti tescillendi’
“El Pais” gazetesi bu durumu; “Hukuk kendini dayatıyor, yargı
bağımsızlığı güçleniyor” başlığındaki başyazısında “İspanya’da
Avrupa’nın diğer krallıklarında olmayan bir şey oldu. Bir kraliyet
mensubu yargılandı” diyerek özetliyor:
“Bu karar, üsttekilerin dokunulmaz olduğu varsayımının sonudur. Bir
kraliyet mensubunu kimsenin yargılamaya cesaret edemeyeceği
fikrinde olanlara karşı, yargı görevini yaptı ve bağımsızlıkla
karar verdi. İspanya’da hukuk devletinin çalıştığı, kimsenin yasa
üstünde olmadığı tescil edildi.”
Kilit sözcük bu; “kimsenin yasaların üzerinde olmaması”. Veya diğer
deyişle “yasa önünde tüm yurttaşların eşit olması”.
Gerçekte bu salt bir “demokrasi” meselesi değil. Öncelikle bir
“hukuk devleti” olmak meselesi. Yalnız hukuk devletlerinde “yasa
önünde herkes eşit” olabiliyor. Ve yalnız hukuk devletlerinde bir
kraliyet mensubunu yargılayacak güçte bir “kuvvetler ayrılığı”
bulunuyor. Demokrasi evet hukuk devletinin işleyişini denetlemek
açısından yaşamsal önem taşıyor. Ama hukuk devleti olamayan çok
demokrasi var dünyada. Biri, diğerinin garantisi sayılmıyor.
“Parlamenter monarşi” olmak da, eğer içi “hukuk devleti” ile
doldurulmazsa RTE’nin gönderme yaptığı bağlamda başlı başına
marifet sayılmıyor.
Dam üstünde saksağan
“Avrupa monarşilerinin” bize şimdi örnek gösterilen evrimi aslında
“anayasacılıkla” başladı. Gücü Tanrı’dan aldıkları düşünülen
kralların yetkileri ve ayrıcalıkları, 19. yüzyıldan itibaren
giderek böylece sınırlandı. 20. yüzyılda sonra bu evrim “hukuk
devleti” ve “demokrasi” mücadeleleriyle taçlandırıldı.
Bırakın çağdaş “hukuk devleti”nden söz etmek, 200 yıl öncesinin
“anayasacılıklarını” bile bizim şimdi mumla arar hale geldiğimiz ve
hızla “mutlakiyetçiliğe” geri sardığımız şu günlerde, dam üstünde
saksağan misali böyle “monarşi” güzellemelerine girmek, hamasetten
başka bir şey olamaz.
“Avrupa ülkelerinin pek çoğunda krallar ve kraliçelerin bulunduğunu
görüyoruz” diyen Reis ekliyor: “Bu monarklar semboliktir, aslında
oralarda parlamenter demokrasi vardır diyeceklerdir. Devlet
sisteminde bir aktör varsa hiçbir zaman sembolik olarak kalmaz. Bir
ülkede bir kral varsa o kral, kraliçe varsa o kraliçedir. Bu taht
ve taç sahibi ülke yönetiminde hak ve söz sahibidir.”
Söz sahibi de nasıl söz sahibi?