Sevgili Ahmet, yine bir mart ayı ve sen, yine
cezaevinden, Silivri’den çıkıyorsun...
Gazeteciler için bu giriş çıkışlar artık maalesef öyle olağan bir
hal aldı ki, özgürlüğüne kavuştuğun ilk anlarda hemen “Altı yıl
önce yine bir mart ayında buradan çıkmıştım. Bugün yine bir mart
ayı” demişsin...
Mevsimler geçiyor, yıllar devriliyor; üzerimizdeki baskı
dağılmıyor.
Baktım geçen çıkışınla bu çıkışın arasında, sakallarına kır
düşmüş.
Sevgili Murat’ın gür saçları ise bembeyaz
olmuş.
Genç iki insan, saçınızı, sakalınızı demir parmaklıklar ardında
ağarttınız sonuçta.
Dolayısıyla, haklısın.
“Sevinmeyin! Sevinecek ne var?” diyorsun...
Görüşleri nedeniyle özgürlüklerinden alıkonulan insanların; en
doğal haklarına, sanki bir “lütuf bahşedercesine”
kavuşturulmalarının nesine sevinelim hakikaten?
Mahkeme başkanı kararı açıklarken bir de üstüne, “Murat Sabuncu
Boğaz’ı görmek istiyormuş, gitsin görsün!” demiş.
Annen için, “Ahmet Şık’ın annesi ermişmiş, onu üzmeyelim!” diye
konuşmuş.
“Kaptanlar gemiyi en son terk eder!” hükmüyle de beri yanda
Akın Atalay’ı alıkoymuş. Zaytung şakası
gibi
Haberi ilk gördüğümde önce “Zaytung şakası” sandım.
Ama doğruymuş.
Özgürlükle tutsaklık arasındaki fark Türkiye’de böyle işte bir
Zaytung esprisi kadar hafif ve absürt olabiliyor.
Bu nedenle se...