Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte her şey gibi savunma stratejimizi de kökten değiştirdik. Biz kimseye bulaşmazsak bize de kimsenin bulaşmayacağını zannettik.
Güvenliği, “savunma”ya indirgeyen bu sorunlu anlayışın sahipleri, futbolcuların bile uyguladığı “En iyi savunma taarruzdur” ilkesini bir türlü anlayamadı.
Oysa tarih boyunca ölümüne çekişmelere sahne olmuş bu coğrafyada, suya sabuna dokunmadan tutunabileceğini düşünmek, hezimetin ta kendisiydi.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün Mustafa Kemal’e ait olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılmak isteyenler, 1 Mart 1922’de TBMM’nin 3. Yasama dönemi açılışında yaptığı konuşmada, “Hazır ol cenge, eğer istersen sulh-ü salâh” dediğinden nedense hiç bahsetmiyorlar.
Oysa gerçek o ki, yıllar boyunca rejimi milletin kendisinden korumak gibi saçma bir motivasyona kilitlenen bu zihniyet, her şeyde olduğu gibi “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü de yanlış uyguluyordu.
Biraz düşünselerdi “yurtta sulh”un, milletin mayası olan İslamiyet’e düşmanlıkla, Kuran-ı Kerim’i yasaklamakla, “cihanda sulh”ün ise ezelî düşmanlarımıza yaltaklanmakla sağlanamayacağını anlayabilirlerdi.
Özal denedi, susturdular
Bu yanlışı fark eden ilk lider merhum Özal’dır.