CHP’nin yürüyüş kararını yurtdışında öğrendim, “Acaba iyi fikir mi?”, “Aman memleket iyice karışmasa” falan derken, dönüşte ülke gerçeği tokat gibi yüzüme çarptı. Başta Cumhurbaşkanı ve partisi, tüm iktidar çevresi muhalefete öyle şeyler söylüyor, öyle yükleniyor ki, çekinceler gölgede kalıyor, “Adalet istiyoruz” demekten öte söz söylemeye utanır hale geliyorsunuz.
En kötüsü, Cumhurbaşkanı’nın, yürüyüşe izin verilmesini “iktidarın, nezaketi,lütfu” olarak tanımlaması, ardından “Siz de mahkemeye çağırılırsanızşaşmayın” diye ‘uyarması’. “Muhalefet zamanında doğru dürüst muhalefetyapamadı, parlamenter rejim de elden gitti, şimdi acaba aslında Niğde’ye mi yürünüyor” diyecek oluyoruz, ama adamların öyle üzerine gidiliyor, nihayetinde barışçıl bir protesto çabası, öyle suçlamalara, bağlantılara maruz kalıyor ki, önceliğin protesto hakkını savunmak olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.
Fikirlerini beğenin, beğenmeyin birileri bir şeye itiraz ediyor ve bunu ellerinde kalan son imkân olan sivil bir eylem ile gerçekleştirme yolu seçiyor, karşılığında ise “suç çetesi” isnadı, “15 Temmuz darbecileri” ile eşitlenmek gibi bir itham ile karşı karşıya kalıyor. Kılıçdaroğlu’nun çok eleştiri alan sözünü tekrarlamamak mümkün değil; “Böyle bir şey olabilir mi?” “Oluyor işte” deyip geçmek mümkün değil, bu tür şeyler olan bir ülkenin geleceği karanlık, bunu en önce bu ülkeyi yönetme sorumluluğu olan iktidar çevresi kavramalı. “Bal gibi oluyor, olur, işinize geliyorsa” anlayışında bir iktidar gerginliği, kavgayı derinleştirmekten çekinmiyor demektir. Barışçıl, demokratik itiraz yollarının tamamının kapandığı, gücü gücüne yetenin diğerini sindirdiği bir ülkede geçim, huzur olmaz, bu kadar basit bir gerçeği anlamak çok mu zor?