Hafta sonunun yazısını hafta başından yazıyorum, her şeyin bu
denli hızlı değiştiği bir dönemde akıl kârı iş değil. Seyahat
nedeniyle hiç yazmamak daha akıllıca olabilirdi, ama Katar krizi
patlak verince dayanamadım. Bu iş daha çok uzayacak ama giriş
mahiyetinde dahi söylenecek, hatırlanacak, hatırlatılacak çok şey
var.
1970 yılında ‘bağımsızlığa’ kavuşan Körfez’in bu küçük emirliği,
hem üzerine oturduğu doğalgaz kaynakları hem de stratejik konumu
dolayısı ile kısa zamanda çok yol aldı. O kadar ki, zaman içinde
kendisini fazla ciddiye almaya başladı, benzerlerinde olduğu gibi
emanet gücü kendi gücü, ‘aldığını kendi buldu’ sanmaya başladı.
Aslında Katar’ın icadı doksanlı yılların sonunda oldu, babasını
darbe ile deviren yeni emir, ABD himayesinde büyük işlere girişti,
bölgenin en büyük ABD üslerinden birinin yanı sıra, daha sonra
Ortadoğu siyasetinde karışık işlere medya zemini sunacak El-Cezire
televizyonuna ev sahibi oldu. Hani, tüm siyasi yakınlığa rağmen,
hızla kurulup, sonra Türkiye’de bir türlü yayına giremeyen
El-Cezire’ye. Hani 11 Eylül’den sonra, El Kaide kasetlerinin hep
yayımlandığı televizyon kanalı var ya o. ‘Arap dünyasının eleştirel
kanalı’ denilen, ‘Filistin davasına sahip çıkan kanal denilen’, ama
yayın yaptığı ülkedeki hak ihlallerini hiç mevzu etmemesi hep göz
ardı edilen El-Cezire kanalı.
Katar, ilk bakışta, sahip olduğu ekonomik zenginliği siyasi güce
dönüştürmeye, bölgesel siyasette rol sahibi olmaya hevesli bir
yeniyetme ülke gibiydi. Büyük ölçüde öyleydi de, ancak bu denli
küçük bir ülke (aslında bir şehirden ibaret emirlik) için, ne kadar
parası olursa olsun, önü açılmadığı sürece heveslerinin kursağında
kalması mukadder olurdu. Öyle olmadı, Katar’ın önü açıldı; her ne
kadar baştan İran ile arasını bozmamaya dikkat etse de, aslında
bölgede ABD’nin İran karşıtı siyaset çizgisinin baş müttefiki idi.
Müslüman Kardeşler örgütüne ev sahipliği yapması, ABD ve genelde
Batılı müttefiklerine rağmen değil, onların teşviki ile oldu. ‘Arap
Baharı’nda öne çıkan rolü de, son perde Suriye savaşında vekâlet
savaşlarına girişmesi de, bu çerçevede değerlendirilmek
gerekir.
Sonra malum, işler sarpa sardı, Arap Baharı kışa döndü, Suriye
savaşa boğuldu, bölgede tüm siyasi ittifaklar zorlandı, Batı
siyaseti değişti. Kısacası, gün doğdu devran döndü, ama Katar
kolayca giriştiği işlerden sıyrılamadı, dahası kendine güç
vehmettiği için büyük siyasi rol oynama hevesini gemleyemedi.
Mevcut Emir çekilip, yerini oğluna bırakmak zorunda kaldı, FIFA
üzerinden sıkıştırıldı, Müslüman Kardeşler ittifakının üzerine
gidildi ama ‘mesajı’ almamakta ısrar etti. En son, Suriye’de
vekâlet savaşlarında karşı cephenin en aktif üyelerinden biri
olduğu halde, İran’a çark etmeye falan çalıştı ama o da fayda
etmedi, üstelik komşularını daha da kızdırdı. Halbuki, en son ev
sahipliğini yaptığı Hamas, 1967 sınırlarına razı edilmişti, yine de
kimseye yaranamadı.