Son iki üç aydır hatta 1 yıldır YÖK üzerinde yapmış olduğum canlı televizyon konuşmaları ve köşe yazılarımda, üniversitelerin içerisindeki itişip kakışmaların, haksızlıkların ayyuka çıktığını, adeta üniversitelerin ve YÖK’ün kaynar kazan gibi olduğunu, patlama noktasına geldiğini dile getirdim. Maksadım sadece bir facianın önüne geçmek, mağdur ve mazlumların derdine derman olmaktı.
Bütün amacım sayın Cumhurbaşkanımıza ulaşabilmek ve bu mağdur öğretim üyelerinin seslerini duyurabilmekti. Fakat Cumhurbaşkanımıza ulaşmanın imkansızlığı ve etrafındaki onu çevreleyen kişilerin, bunun adeta duyurulmaması için her türlü maniyi çıkarması üzerine, bu üniversite mensubu Prof. hocalardan yüzlercesi bir araya gelip, bize ellerindeki belgeleri ve dosyaları teslim ettiler.
Şikayetlerine CİMER ve BİMER’den hiçbir netice alamadıkları gibi ilgili Cumhuriyet savcılarından da, netice alamadıklarından dolayı, bizimle toplu halde görüşme yapıp, bu dosyaları bir platform halinde Cumhurbaşkanımıza ulaştırabilmek için birlikte yollar aradık.
Maksadımız bu Eskişehir Üniversitesi’ndeki facia gibi olabilecek pek çok faciaların oluşmaması ve mağduriyetlerin giderilmesi idi. Burada biz kimin haklı ve haksız olduğu hususunda bir fikir beyanında bulunmuyoruz. Sadece gecikmiş bir adaletin, üstü örtülen bir zulmün zaman içerisinde patlayabileceğinin alametlerini ve kıvılcımlarını gördüğümüz için uyarılarda bulunmaya çalıştık.
Feraset, kifayet, dirayet ve adalet beraber olmalıdır. Feraset; bir olayı önceden fark etmek ve sezmek, zulüm vukuu bulmadan önlenmesini sağlamaktır. Şu anda üniversitelerimizde buna benzer pek çok gecikmiş, hatta patlama noktasına gelmiş olaylar vardır. Devletin adaletinden ve otoritesinden umudunu kesenler, kendi gücü ve otoritesi ile veya başka mihrakların yönlendirmesiyle ayağa kalkar, sokaklara dökülür. Kaba kuvvetle işi halletmeye yönelir, işte en tehlikeli olan ortamda birilerinin bu çeşit öfke patlamalarını yönlendirmesi ve kullanmak istemesidir.