AB’nin Başkenti Brüksel’de ben bu satırları yazarken AB-Türkiye
zirvesi başlamıştı. Zirvenin 3 saat sürecek olması ve zirve
sonrasındaki basın açıklamasının geç saate kalması nedeniyle,
zirvenin bitimini beklemeden yazıma başladım.
Zirvenin Türkiye ile 28 AB ülkesinin liderlerinin katılımıyla
gerçekleştiriliyor olması tek başına çok anlamlı. Bu zirve yılda 2
kez yapılacak.
Bu zirve sayesinde neredeyse durma noktasına gelen ve 11 yıldır
kayda değer bir ilerlemenin kaydedilmediği Türkiye-AB tam üyelik
müzakereleri hız kazanacak. Küresel terörün hem Türkiye’yi, hem
bölgemizi hem de Avrupa’yı tehdit ettiği bir dönemde, Rusya’nın
Orta Doğu’ya müdahalesi ile iyice çıkmaza giren Suriye sorununun
Türkiye ve AB’yi de etkilemeye başladığı ve Türkiye-Rusya
ilişkilerinin gerildiği bir dönemde bu zirvenin yapılması hem
Türkiye, hem de AB için hayati önemde bir gelişmedir. Böyle bir
dönemde bu zirvede Türkiye ile AB’nin ilişkileri yeniden
tanımlanacak. Bu zirve yeni bir mekanizma. Bu mekanizma sayesinde
Türkiye-AB müzakere süreci hız kazanacak, ilişkiler gelişecek. Hele
bir de Mart 2016’da Kıbrıs sorununda bir anlaşma çıkarsa müzakere
süreci daha da hızlanacak. Bölgesel gelişmeler konusunda Türkiye ve
AB iş birliği yapmak zorunda. Son çıkan mülteci krizi de gösterdi
ki AB bu sorunları Türkiye ile iş birliği yaparak, sorunların
külfetini paylaşarak işin üstesinden gelebilir. Birileri bu zirveyi
AB’nin mülteci sorunundan kurtulmak için düzenlediğini iddia
ediyor. Bu iddia doğru değil. AB’nin gizli hedefi bu olsa bile
Türkiye’nin zirve gündemindeki ilk konusu tam üyelik
müzakerelerinin yeniden canlandırılması. Bunun dışında Türkiye
zirvede, siyasi diyaloğun artırılması, terörizmle mücadelede ortak
iş birliği yapılması, vize serbestisinin getirilmesi, gümrük
birliğinin niteliğinin yükseltilmesi ve enerjide iş birliği gibi
konuların yanında sığınmacı krizini de masaya yatıracak. Bu zirve,
müzakerelerin başlatılmasından bu yana Türkiye-AB ilişkilerinde
yaşanan en önemli gelişmedir.