Dönemin Genelkurmay Başkanı, “postmodern darbe” olarak üzüntüyle anılan 28 Şubat uygulamaları için “bin yıl sürecek” demişti. Şükürler olsun ki bu milletin evlatları darbecilerin milletin elinden aldığı iradeyi bu ülkede hakim kılacak mücadeleyi verdiler. Milletin destek ve duasıyla çok şükür bugün 28 Şubat tarihin çöp sepetine atıldı. Statüko savaşı kaybetti. Değişim kazandı. 28 Şubat uygulamalarıyla bu milletin dini-töresi-gelenekleri değiştirilmek istendi. Özgür düşünce engellendi. İnanç ve düşünce özgürlüğü tehdit olarak görüldü. İnancımızla ilgili her eylem ve söylem devletin bekasına karşı bir tehdit olarak sunuldu.
Her 28 Şubat’ta, herkese o dönemde değerli büyüğüm Enver Ören abi ile yasadığım talihsiz bir olayı hatırlatıyorum. Bu olay o dönemde Türkiye’nin nasıl bir alana hapsedildiğinin somut bir örneğidir çünkü.
Ecevit-Bahçeli ve Mesut Yılmaz’ın koalisyon hükümeti dönemi. TSK’dan yeni emekli olmuşum ve İhlas Grubu’nun Ankara Medya Grup Başkanlığı görevine gelmişim. Bir yandan Batı Çalışma Grubu, diğer yandan Genelkurmay’ın bazı daireleri çalıştığım gruba büyük baskılar yapıyor. Dönemin hükümeti grubun tüm ekonomik faaliyetlerine bir şekilde engeller çıkarıyor. İthalat-ihracat ve teşvik-kredi gibi faaliyetlere engel olunuyor. Türkiye Gazetesi ve TGRT’nin yayın çizgisini değiştirmesi için baskılar yapılıyor. Dönemin en büyük komutanlarından biri bana; “Sen bizi anlarsın. Git ve Enver Bey’e söyle. Gazetesi ve televizyonu irtica kusuyor. Türkiye Gazetesi’nde yayınlanan iki dini sayfa var. Onları kaldırsın. TGRT’de Osman Ünlü diye birisi var. İnsanların beynini yıkıyor. Onun programını kaldırsınlar. Yayın çizgilerini değiştirsinler.” Kendisine dilimin döndüğü kadar bu tespitinin hatalı olduğunu anlatmaya çalıştım. Ama ikna olmadı, “Sen daha çok toysun, bunları tanımıyorsun, gerçek amaçlarını bilmiyorsun” diyerek beni susturdu. Çok üzüldüm. TSK’nın en tepesindeki bir insanın bu kadar sığ ve basit düşünmesi, inançlarını yayma-anlatma özgürlüğünü devletin bekası için tehdit olarak görme talihsizliği beni kahretti. Gözümde çok büyüttüğüm ve çok değer verdiğim o orgeneral benim için orada bitmişti.
İstanbul’a Enver Abi’yi ziyarete gittim. O kişinin taleplerini kendisine ilettim. Yüzü sapsarı kesildi, üzüldü. Derin bir nefesten sonra “Nuri abi, paşama selam söyle. Biz ordumuzu göz bebeğimiz gibi sever ve koruruz. Orayı peygamber ocağı olarak görürüz. Büyüklerimizin de öğretisi ile devletle kavga etmeyiz. Türkiye Gazetesi’nin içindeki o iki dini sayfada biz İslam dinini anlatıyoruz. Okuyucularımızın en beğendiği sayfalar onlar. O iki sayfada dinimizi herkese öğretmeye yaymaya çalışıyoruz. Biz Türkiye Gazetesi’ni o iki sayfanın hatırına çıkarıyoruz. O iki sayfa olmaz ise bizim gazete çıkarmamıza gerek kalmaz. Paşama söyle istiyorsa gazeteyi kapatalım. TGRT benim malım değil. Onu millet kurdu. Millet Osman Hoca’yı dinliyor. Osman Hoca’nın programını kaldırırsak millet bize hesap sorar” dedi. Ben bu cevabı ilgiliye aynen aktardım. Bana “Bunların hepsi aynı, bunlar irticacı” dedi. O görüşmeden sonra da baskılar artarak devam etti...