Önce mübarek üç ayları, ardından 11 ayın sultanı mübarek ramazan
ayını idrak ettik. Şimdi de mübarek Ramazan Bayramı’nı kutluyoruz.
Rabbimize binlerce defa şükredelim; Müslüman bir anne ve babadan
dünyaya geldiğimiz için, Müslüman olduğumuz için. Oruç tutacak,
namaz kılacak ve gönlünü, dilini, elini ve nefsini kontrol
edebilecek akıl, ruh ve beden sağlığına sahip olduğumuz için.
Şükürler olsun.
Buruk da geçirsek bayramı yaşamak, bayramlaşmak harika bir duygu.
İslam coğrafyasında olup bitenler, İslam âleminin karşı karşıya
kaldığı zulümler, küresel oyunlar ve Türkiye’ye yönelen PKK-FETÖ
tehlikesi bayramı buruk geçirmemize sebep oluyor. Ama yine de
bayramı yaşamak harika bir duygu. Bayramlaşmak, kucaklaşmak,
ziyaretlerde bulunmak, fakir-fukarayı, garip-gurabayı, yetimleri,
çocukları ve yaşlıları sevindirmek, onların mutlu olmasına vesile
olmak harika bir duygu. Bu bayramda mütevazı bahçemde torunlarımla
birlikteyim. İznini alarak belki de ilk kez annemden ayrı bir
bayram geçiriyorum. Kalabalık trafiği gözüm almadı. Vaktimin
tamamını torunlarımla geçirmek istedim. Onlar bizden daha iyi
şartlarda bayram yaşıyorlar. Herkes geçmişi özler. Kendi
çocukluğunun bayramının daha iyi olduğunu söyler. Nedense ben öyle
hissetmiyorum.
Bizim çocukluğumuzda Anadolu’da bayram hazırlığı bir hafta önceden
başlardı. Köyde evler temizlenir, kireç yapılır, kilimler derede
yıkanır, her şey elden geçirilirdi. Arefe günü sabahtan annelerimiz
bizi köy çeşmesinin yanında kurulu olan ve adına ‘yunaklık’ denilen
bir derme-çatma binaya götürürlerdi. Odun ateşiyle büyük kazanlarda
su ısıtır, biz çocukları kazanların yanında yer alan taşlara
oturtur ve yıkarlardı. Şampuan yoktu. Sabun ve kül suyu ile bizi
yunaklıkta yıkarlardı. Bütün aile öğleye kadar yıkanır, öğleden
sonra köy mezarlığına giderdik. Herkes kendi yakınlarının
mezarlarını ziyaret eder, Kur’ân okur, dua eder ve mezarlara su
dökerlerdi. Akşam köye dönülür, babamızın birkaç gün önce ilçe
merkezine gidip bizim için aldığı giysiler verilirdi bize.
Hatırladığım en önemli hediyem dedemin bana aldığı naylon
ayakkabıydı. Beyaz renkli naylon ayakkabı benim için değerli bir
hediyeydi. Normalde kara lastik ayakkabı giyiyorduk. Sabah
namazından önce hep birlikte kalkıp abdest alıyor, sonra da köyün
camisine gidiyorduk. Camiye en güzel kıyafetlerimizi giyip
gidiyorduk. Giderken rahmetli dedem namaz çıkışında herkese
dağıtılmak üzere gül kolonyası ve lokum sandıklarını elimize
tutuşturuyordu. Önce sabah, sonra bayram namazı kılındıktan sonra
kapıda elimizde kolonya şişeleri ve lokum sandıklarıyla bekler,
herkese dağıtırdık. Namazdan çıkanlar cami bahçesinde