Bir veda yazısı yazmanın ne kadar güç ve zor olduğunu ilk kez bu
yazımı kaleme alırken hissettim. Aslında birkaç günden bu yana
“Veda yazısında ne yazmalıyım?” diye düşünürken koca bir ömrü
saatler içinde, içimde bir kez daha yaşadım. Ömür dediğin
avucumuzda kullanma tarihi geçmiş anılarla dolu. Dünyaya ait ne
varsa bırakıp gidiyoruz. Saymadım ama, bu kaçıncı kâğıt bilmiyorum
ve yazdıkça bir daha başa dönüyorum. Sonra bir yeni kâğıt
daha...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli birliklerinde 20 yıla yakın
süre, çoğu zaman zorlu ve meşakkatli görevler yaptıktan sonra
kıdemli binbaşı rütbesinde kendi isteğimle emekliye ayrıldım. 2000
yılında Merhum Enver Ören Ağabey’den, medya grubunun Ankara
sorumlusu olmam için teklif aldım. Enver Ağabey gibi bir insana
‘hayır’ demek imkânsızdı. Ama medya, gazetecilik benim deneyim ve
bilgi sahibi olmadığım bir alandı. Bu kaygılarımı Enver Ağabey’e
aktardım. Kendisi bana, “Bizim, Ankara’da medya grubumuzu koordine
edip yönetecek bir yöneticiye ihtiyacımız var. Kaygıların yersiz”
dedi. Ve bilge ağabeyimizden gelen görevi kabul ettim.
Ankara’ya geldiğimde burada detaylarına girmek istemediğim çok zor
bir tablo ile karşılaştım. Şartlar ağırdı. Siyaset, tarihinin en
puslu dönemlerinden birini yaşıyordu. 28 Şubat dönemiydi ve
şimdilerde daha iyi okuma imkânı ile görüyoruz ki, FETÖ’nün
yönlendirmesi ile âdeta grubun üzerinden silindir gibi
geçilmişti.
Koalisyon hükûmeti, Enver Ağabey’e âdeta kin duyan FETÖ ve Mesut
Yılmaz’ın da yönlendirmesi ile İhlas Grubu’na hayat hakkı vermek
istemiyordu. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle büyük sorunlar yaşadık.
İki yıl sadece yöneticilik yaptım ve muhabir arkadaşlarımdan büyük
bir hevesle gazeteciliği öğrenmeye çalıştım. Ankara temsilcileri
dâhil, Ankara’daki bütün gazeteci dostlarım bana çok destek verdi.
İki yılın sonunda yazı yazmaya ve televizyon programı yapmaya
başladım.