30 Kasım 2016 tarihli, yılın son Milli Güvenlik Kurulu
toplantısının en önemli mesajı, sınır ötesindeki terör odaklarına
karşı Ankara'nın mücadele sürekliliğini vurgulaması oldu. "Terörle
mücadelede kararlılık" demiyorum o zaten milli güvenlik siyasetinin
ana ekseni.
Lakin sınır içinde olduğu gibi sınır dışında da terör örgütlerini
tehdit olmaktan çıkarma hedefi, -nedenini biraz sonra
açıklayacağım- yeni bir aşamayı işaret ediyor.
PKK terör örgütünün ikinci Kandil olarak düşündüğü Sincar'dan
(Kuzey Irak), PKKYPG- PYD'nin Akdeniz'e uzanan koridor olarak
gördüğü Menbiç veya El Bab'a, hatta Afrin'e (Kuzey Suriye) kadar
uzanan bölge, Türkiye için "yüksek risk alanı" şeklinde tanımlanmış
durumda.
Bu yaklaşım, terörü kaynağında etkisiz hale getirme niyeti kadar,
nüfus veya nüfuz dengeleri bakımından PYD-YPG terör örgütünün
yerleştiği, Türkiye sınırına yakın her noktayı da "güvenli alana"
dönüştürme gerekliliğine işaret ediyor.
***
DEAŞ terörüne karşı Özgür Suriye Ordusu'nu destekleyen Türk Silahlı
Kuvvetleri'nin, El Bab yakınlarında hava saldırısına uğraması,
şehitler vermesi, bölgeye dair tüm planların gözden geçirilmesini
gerektiriyor. Nihayetinde, "Kimin eli kimin cebinde belli değil"
şartlarının geçerli olduğu bir ortamda, TSK'nın sanki savunmasız
gibi algılanmaması lazım. El Bab'daki sinsi ve karanlık eylemin
kuklası ile kuklacısı artık iyi biliniyor. Bu nedenle hem
kuklacının elinin yanması hem de bir daha bu tür saldırılara
cesaret etmemesi için kullanılacak farklı enstrümanlar söz
konusu.