Bayramınızı tebrik eder, bayram tadında günlerinizin eksik
olmamasını dilerim.
Bayram üzeri, ekonomiyle ilgili gelişmeleri özetlemenin ve
önümüzdeki sürece ilişkin hassas noktaları yazmanın güçlüğünü
dikkate alarak ama hoş görünüze sığınarak yazımı sürdüreyim.
Türk-Amerikan ilişkilerindeki türbülanslı ortam, müttefiklik
ilişkisi ile bağdaşmayan ve "ajan papaz" sorununu çok aşan karmaşık
bir kurgudan kaynaklanıyor. Evet, kur üzerinden Türkiye'ye diz
çöktürmek, siyasetçiyi pes ettirmek isteyen bir güç merkezi var. Bu
kirli oyunun ilk perdesini gördük. O cephedeki taarruzu
püskürttük.
Peki ne yaptık?
Devlet, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
ile Merkez Bankası, BDDK, SPK'sı ile bir dizi önlemi hayata
geçirdi. Hem bankaları hem de reel sektörü soluklandırdı. Vatandaş
ise kurdaki tırmanışın arkasına lokomotif gibi takılmadı. Döviz
alan kadar döviz satan da oldu. Kurlarda, bireysel baskı kurulmadı.
Döviz fiyatları, dışarıda yazılan senaryo ile tetiklenirken içeride
estirilmek istenen rüzgarla kurların başını alıp gitmesi önlendi.
Lakin bugünkü kurların ekonominin dinamikleri ve büyüklüğü ile
orantılı olmadığı, yapay kur hareketinde ise henüz köpüğün
alınmadığı da bir gerçek. *** Öncelikle şunu belirtelim...
Ne kadar soğukkanlı olursak o kadar doğru davranmış oluruz. Bu tür
büyük ataklarda, bireysel kurtuluş asla mümkün değildir. Kur
sayesinde kazandığını sanan, sonrasında büyük kaybı yaşar ve haksız
kazançlar da zamanla erir gider!
Bununla birlikte "kur-faiz-enflasyonda" şimdilik oluşan suni
dengenin, geleceğe dair tortuları, bir başka ifade ile maliyetinin
olacağına şüphe yok.
Zaman zaman duyuyoruz, "Ben, iş başındakilere oy vermedim ki
verenler düşünsün!" diye... Kötü niyet, ideolojik saplantı veya kin
duygusu ile açıklanabilecek bu tür tepkilerde ileri gitmemek ve
rasyonel hareket etmek gerek!
"İyi de ne yapalım?" diyenlere, Türkiye ekonomisini, küresel
sistemdeki gelişmeleri, jeoekonomik ve jeo-politik riskleri bir
nebze de olsa bilen biri olarak, "Ayağınızı yorganınıza göre
uzatın. Ama aynısını devletten de bekleyin" derim.
Bugünkü dalgalanmanın, günlük hayata olumsuz etkisini azaltmanın
yolu aile bütçesinden şirketlere ve devlete varıncaya kadar,
verimsiz veya öncelikli olmayan harcamaların gözden geçirilmesi
olacaktır. Klasik manada tasarruftan, tüketime kazık fren
yaptırmaktan söz etmiyorum. Herkesin, gelirini, giderini
gözetmesini ilerideki yükümlülüklerini hesaba katmasını, borcu
borçla çevirmekten kaçınmasını öneriyorum. Biliyorum ki hepimizin
"yapmasak sorun olmayacak" türden ya da "yaşam kalitemizde belirgin
azalmaya yol açmayacak içerikte" harcamaları var. Bu noktada dikkat
ve özen aile ekonomisinde de huzurun esasını oluşturacaktır.
Kuşkusuz devletin de piyasaya ve vatandaşa olan taahhütleri
dışında, sınırlayabileceği, bir iki yıl sonrasına erteleyebileceği
giderleri söz konusu. Hazine ve Maliye Bakanlığı zaten tüm kamu
kurum ve kuruluşlarından yıl sonuna dek ödenek tasarrufu istedi.
Ama buna bile gerek olmadan her kurumun yöneticisi, bütçesini önüne
alıp bakmalı. Ödenek limitleri aşılmış mı, aşıldı ise neden? Neyi
nereden kısabilirler?
Netice olarak...
Yarını yaşamak, bugünkü kararlarımıza bağlıdır.