Ne AK Parti'nin MHP'leşmesi ne de MHP'nin AK Partileşmesi
mümkündü. Yaşanan olayın adı, "siyasi stres boşalması" idi. İki
partinin farklılıklarını koruyarak, siyasi ortak paydalarını
güncellemesi gerekiyordu. Tabii karşılıklı ifadelerin, Cumhur
İttifakı'nın taşıyıcı sütunlarında hasara yol açtığını göz ardı
edemeyiz. Bunun için "onarıcı siyasi diplomasiye" ihtiyaç duyulduğu
da bir gerçek. Nitekim sıcağı sıcağına verilen keskin demeçlerin
ardından liderler düzeyinde Cumhur İttifakı'nın devamlılığına
ilişkin temennilerin dile getirilmesini not etmekte fayda var.
Esasen ittifakı sarsan süreç, ilkesel noktalardaki ayrışma kadar
iletişim yönetimindeki eksiklik ve duygusallıktan da kaynaklandı.
MHP'de "Bize yukarıdan bakılıyor. Önerilerimiz sürüncemede
bırakılıyor. İttifakı istemeyenler aleyhte çalışıyor" havası hâkim
iken AK Parti'de de "Ne yani partimizin görüşlerini açıklamayacak
mıyız? Dışarıdan çizilen çerçevenin içine girmek zorunda mıyız?"
serzenişi hissediliyordu. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan,
çalışma arkadaşlarını, Cumhur İttifakı ve MHP ile temasların
içeriğine ilişkin polemiğe girmemeleri için uyarıyordu.
Hal böyle iken MHP'nin, 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana sergilediği milli tavrın takdire şayan olduğu inkâr edilemez. Ancak bu karakterli siyasetin, AK Parti ile ilişkilerde bir tür "al-ver" modeline dönüşmesi de beklenemez. MHP'nin son dönemdeki desteği, milli birliğin sürdürülebilirliği açısından ne kadar değerli ise Sn. Devlet Bahçeli'nin de izlediği bu politika sayesinde partisini, siyasetin merkezine ve devletin kalbine taşıma şansı elde etmesi de o kadar mühimdir. Ve bu noktada Türkiye'de tam saha siyaset yapabilen AK Parti ile tesis ettiği özellikli ilişkinin rolü büyüktür.
Netice olarak... MHP kadroları, hissi ve rövanşist davranmamalı, yerel seçim öncesi özgül ağırlıklarını gösterme telaşına düşmemelidir. Sorunları kişiselleştirme ve vehimlere kapılma çizgisinden de uzaklaşmalıdır. Kürt kartı veya İYİ Parti üzerinden yazılan senaryolar belirleyici değildir ve olmamalıdır.