İzmir'den İstanbul'a karadan giderken, ovalarına, vadilerine,
yaylalarına, dağlarına bakmaya doyamadım cennet vatanımın.. Dakika
başı aklımda Ahmed Arif'in, sevgili dostum, arkadaşım, ilk
gazetecilik yıllarımda Ser Müsahhihim, yani yazdığım her satırı,
her kelimeyi düzelten o muhteşem "Türkçe" adamı, Kürt kardeşim
Ahmed Arif'in dizeleri.. "Dağlarına bahar gelmiş memleketim" nasıl
bir özlem yaratır okuyanda, dinleyende..
Pazar günü Yenikapı'da, hem de ağustos ortasında nasıl kapkara bir
kış yaşayan ülkemin dört bir yanına bahar yeniden gelmişti işte,
Yenikapı'dan yurt sathına yayılarak....
Ve ben o yeniden bahar gelen dağlarımın arasındaydım, işte..
Mutlu.. Umutlu.. Keyifli..
Başbakan Binali Yıldırım ki, 15 Temmuz'dan bu yana hem de nasıl
olumlu, nasıl umut veren, nasıl birleştiren eylem ve söylemleri
birbiri ardında sıralıyor..
O gün Yenikapı'da, o feci günü yaratan içimizdeki hainleri
anlatırken, Ahmed Arif'e baş vurdu.. Nazım okudu.. Necip Fazıl
okudu.. Ama Ahmed Arif'ten okuması bir başka anlamlıydı..
"Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...
Bu, namustur
Künyemize kazınmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara Sarıl da büyü..."
"İkinci Kurtuluş Destanı" dedi, 15 Temmuz için başbakan.. Değil
miydi? Gençliğe Hitabı'nda "Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün
kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları
dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir"
diyordu Atam.
Hainler, kahraman ordumuzun bütün köşe başlarını, havaalanları,
tersaneleri ve kışlalarıyla, tutmamışlar mıydı?. Daha elim, daha
vahim olarak, yürütme ve yargıda nerdeyse tüm kilit noktalara
sızmamışlar mıydı?.