15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye'de gelişen sosyal dinamikleri ve bu dinamiklerin siyasete etkisini dikkatli biçimde okuyan liderlerin başında Devlet Bahçeli geliyor. MHP Genel Başkanı'nın ana siyaset çizgisinin değiştiğini söylemek veya son dönemde takındığı tavrı övmek değil niyetim. Ama Devlet Bey'in izlediği yolun iyi analiz edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Üstelik bu tavrın, daha çok bireysel ve sürprizlere açık olduğu görüşündeyim. Bir başka anlatımla Sn. Bahçeli'nin 7 Haziran seçim sonuçlarını takiben bir-iki saat odasına çekildikten sonra her türlü koalisyon seçeneğine kapıyı kapatıp, erken seçim için çağrıda bulunması ile 11 Ekim günü partisinin Meclis grup toplantısındaki anayasa çağrısının özü itibariyle örtüştüğü düşüncesindeyim. Yani, Devlet Bey'in, yeni anayasa ve başkanlık sistemi bağlamındaki güncel sözleri, partisindeki kurumsal istişare süreçlerinden ziyade, genel başkan olarak şahsi iç değerlendirmesinin dışa yansıması gibi. Ama bu durum, Sn. Bahçeli'nin mesajlarının değerini azaltmıyor. Aksine, MHP'yi ve yönetim biçimini bilenler bakımından bağlayıcı özellikler içeriyor.
Şunun altını çizelim... Devlet Bey, FETÖ ve PKK terörü ile mücadelede baştan beri düz bir hatta ilerledi. FETÖ mensupları ile yıllar öncesinden bugüne doğrusal temastan kaçındığı gibi partiye sızmalarına karşı ciddi önlemler de aldı. PKK terörünün, silahların bırakıldığı bir düzlemde siyaset yoluyla tasfiyesine de hep mesafeli durdu. Böyle bir çözüme hiç ama hiç inanmadı. Anayasa ekseninde ise "Vatandaşlığın tanımı, resmi dil, parlamenter sistem" başlıklarında en ufak esneme göstermedi. Bugün de farklı bir noktada değil aslında. Peki, bu şartlar altında Sn. Bahçeli'nin "başkanlık sistemine sarı ışık yakması" biçiminde algılanan çıkışını nasıl değerlendirmek gerek?