Yeni bir yıla girerken "eski alışkanlıklar, zorlamalar,
klasikleşmiş beklentiler" de devam ediyor. 1 Kasım seçimleri ile
oluşan 4 yıllık siyasi perspektife karşın Türkiye'nin, "yeniden
yoğun mücadele süreci" yaşayacağı anlaşılıyor.
7 Haziran ile 1 Kasım arasında kurulan oyunlar, "bu ülkenin birliği
ve bütünlüğü üzerinde ameliyat yapılmasın", "aman siyasi kaos
çıkmasın", "ekonomide belirsizlik doğmasın" diyen seçmenlerin
sağduyusu ile bozuldu. Vatandaşların çoğunluğu, "güçlü tek başına
iktidardan" yana tavır koyarak görevini yerine getirdi. Hükümet de
takvime bağlanmış "eylem planı" ilan ederek geniş kitlelerin
mesajını doğru okuduğunu gösterdi. Bundan sonra önemli olan
"Meclis'in etkin çalıştırılması, siyasi, anayasal ve ekonomik
reformlarda mesafe alınması ve kamuoyunun moralinin
sağlamlaştırılması...
***
Ekonomi perspektifi ile devam edecek olursak... Sıcak ve anlık kararlarla, yapısal düzenlemelerin iç içe geçeceği bir "fırsat penceresi" önümüzde duruyor. Ve maalesef Merkez Bankası'nın "faiz politikası" üzerinden koparılan fırtına, görünür geleceğe dair ipuçlarını da veriyor. ABD Merkez Bankası'nın global piyasaları aylardır hazırladığı ve nihayet gerçekleştirdiği ılımlı faiz artışından sonra Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da "faiz artışına" teşvik edildi. Teknik gerekçeler ileri süren bir iki isim dışında, Merkez Bankası Para Politikası Kurulu öncesinde "piyasayı faiz artışına hazırlamayı adet edinen çevreler" yine iş başındaydı. Dediğim gibi "teknik konuşanlar" istisna. Zira onlar, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın faizle ilgili duruşunu, ABD Merkez Bankası'na endeksleyen beyanlarını ve para politikasında sadeleştirme vaatlerini veri kabul ettiler. Lakin faize dokunmak için de sadeleştirme için de şartların olgunlaşmadığını gayet iyi biliyorlardı!