Çözüm Süreci'nde son düzlüğe girilmişken ne oldu da büyük
kırılma yaşandı? Türkiye'nin çehresi bir haftada değişirken,
ardındaki stres birikimini göz ardı edemeyiz. Ağır bedeller
ödenerek, ciddi bir noktaya kadar getirilen sürecin en önemli
özelliği "milli" olması idi. Ve bu karakteri bozuldu.
2009'da başlayan çözüm arayışları, Temmuz 2011'de terör örgütü
PKK'nın Silvan saldırısıyla akamete uğramıştı. Örgütün, kısmi alan
hâkimiyeti kurduğu iddiasıyla yeniden baş kaldırması yüzünden
kapsamlı askeri operasyonlar sonucunda Aralık 2012'de "geçici
çatışmazlık" dönemi açılabildi.
Bu dönemin devlette "yönetsel belirsizlikler" yarattığına, terör
örgütü ve uzantılarını "demokratik ortamı istismara" yönelttiğine
kuşku yok. Oysa Ankara'da işler sanıldığından da zorlu idi...
Örneğin, en hassas konu olan "silahlı unsurların çekilmesi." Asker,
araziye çıkmak için valilerden yetki istediğinde "aman çatışma
olmasın, süreç durmasın" diye aşırı ihtiyatlı hareket edildiği de
oldu. Asker, yazılı başvurularla kendisini garanti altına alırken,
valiler hukuki riskleri üstlendi. Yani, teröristlerin ülkeden
çekilmesi için devlet epey kapı araladı. Ancak örgüt çekilmeyip
bahane üretti. Süreci sahiplenmek yerine, "sınır barajlarını,
kalekol inşaatlarını" bile terör malzemesine dönüştürdü. Devletin,
"güvenlik" gerekçesi ile aldığı "savunma önlemleri" profesyonel
çatışmacı dağ kadrosunun asli arka planını deşifre etti. Bunun
böyle olabileceği öngörülmüştü. Öngörü, silahı isteyenlerin giderek
marjinalize olması hedefini de gözetiyordu.