SABAH Yazarlar Kulübü'nün "Referandum Panelleri" kapsamında
dün İzmir'de idik. Karşımızda, bilinçli, dışa açık, fanatizmden
uzak ama kaygılı insanlar bulduk. Hem biz anlattık hem de onlar...
Peki, ne üzerinde durduk? Ben, 25 yıllık Ankara tecrübemle
konuştum. Ve dedim ki...
Adına "Parlamenter Demokrasi" dediğimiz sistem özünde
"Vesayetçi Parlamentarizm" olarak ve problemli işler.
Ülkemizin geleceği için kritik önem taşıyan sistem sorunu
esasında "İrade ve İdare" sorunudur.
Meclis'te bizzat tanık olduğumuz sistem, "gibi yapma" veya
"yapar gibi görünme" kültürünün siyasal yansımasıdır.
Seçmen, tek başına iktidar çıkarmışsa -ki bu çok yaygın bir
örnek değildir, Türk siyasi tarihinde- politik ve ekonomik
belirsizlik aşılır fakat pratikte yasama ile yürütme iç içe geçer.
Bir manada "Meclis Hükümeti" kurulur. İktidar partisi, sayısal ve
siyasal çoğunluğu ile Meclis'i çalıştırır.
Anayasa'nın ruhu ile murad edilen erkler ayrılığı da Meclis'in,
Hükümet'i denetleme görevi de bir tür "siyasal illüzyona"
dönüşür.
Aslında öyle olmayan ama öyle olduğu varsayılan bir sistem içinde
patinaj yapılır.
Meclisimiz pazartesi çalışmaz. Salı, grup konuşmaları ve
denetim günü olarak doldurulur.
Çarşamba-perşembe saat 15.00-19.00 arası Meclis çalıştırılmaya
gayret edilir. Cuma Meclis yine faaliyette değildir. Yani... Milli
iradenin tesis edildiği Meclis, özel günler ve gündemler dışında
"kısmi çalışma" esası ile açıktır. Dolayısıyla Yasama ile Yürütmeyi
net sınırlarla ayırmak, seçimle birlikte Hükümet kurma sorununu
çözmek elzemdir.
Meselenin "Yargı" boyutuna gelince...
"Türk milleti adına karar veren" yargının da yeniden
yapılandırılması gerekliliği her zaman tartışma konusudur.
Bugün atılan adım, hâkim ve savcıların atama-terfi-disiplin
işlerini gerçekleştiren Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun üye
bileşimini, yani seçilme kaynaklarını belirlemekle ilgilidir. Oysa
Yargı'nın, layıkıyla Türk milleti adına karar verebilmesi için
milletin bizzat dahil olacağı yeni mekanizmaların kurulması
zaruridir.