Dış politik gündemin birinci maddesindeki yerini koruyan, askeri
ve ekonomik ajandanın hassas konusu olarak yakından izlenen "Suriye
denklemi" çözüme mi, çözümsüzlüğe mi gidiyor? Bu sorunun
yanıtı;
Türkiye-Rusya ilişkilerini,
NATO'nun Doğu Akdeniz-Doğu Avrupa ve Karadeniz-Kafkaslar
eksenindeki konumlanma biçimini,
Ankara'nın Rusya, Çin ve Arap dünyası ile çeşitlendirmeye
çalıştığı küresel diplomasisini yeniden sadece Batı ayağı ile
yürütme mecburiyetini,
Asimetrik güvenlik tehditlerinin yayılma hızını,
Ve pek çok ülkenin milli sınırlarının geleceğini etkileyecek
kadar önemli...
Aslında hikâyenin ilk bölümü Mayıs 2013'te Beyaz Saray'da yaşandı.
O dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan'ın,
Başkan Obama ile görüşmesi Türkiye'nin, Suriye krizinde
kendi göbeğini kendisinin keseceğini gösterecek kadar belirleyici
idi. Obama, "Artık Ortadoğu'ya ABD askerinin botu değmeyecek.
Bölgenin jandarması olmayacağız" dediğinde işin rengi değişmişti.
Esad rejiminin kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi ilan eden
ve açık müdahale sinyali veren Obama, yakın danışmanlarının
Ankara'ya aktarımlarına göre herkesi şaşırttı. Artık "uçuşa yasak
bölge, güvenli insani bölge planı" yoktu masada.