Uluslararası nitelik kazanan bir problemin çözümü "siyasi ve
askeri" üstünlük gerektirebilir. Ama kalıcı çözüm için mutlak olan
"ahlaki üstünlüktür!" Dün Tahran'da, benzeri görülmemiş bir zirveye
tanıklık ettik. Acem diplomasisi İran- Türkiye- Rusya Üçlü
Zirvesi'ni baştan sona canlı yayınla verdi. Neyi hesapladılar
bilinmez ama Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın duruşunun
anlaşılması bakımından iyi oldu.
Türkiye, zirvenin başından sonuna kadar insani diplomasi çizgisinde
kalırken, ahlaki üstünlüğü de hep elinde tuttu.
Dünya kamuoyu, Suriye krizinin aşılmasında Astana ruhunun
vazgeçilmezliğini görmekle kalmadı, Türkiyesiz bir çözümün
sürdürülebilir olamayacağını da gayet iyi anladı.
Esasen Rus tarafı, İdlib bölgesine yoğunlaşırken, Türkiye'nin desteği ve işbirliğini 6 bin kilometrekarelik bu alanla takas edemeyeceğini de kabul etmiş oldu. Nitekim perde arkasındaki müzakerelerde Ruslara, "sivil hassasiyeti" hatırlatılırken "Dera'da, Hama'da, Humus'ta veya Doğu Guta'da sivil-terörist ayrımı gözetmeksizin yapılan yoğun bombardımanlar oradaki sorunu çözdü mü, yoksa şimdilik baskıladı mı?" sorusu da yöneltildi. Halihazırda İdlib'in çevresini bombalamak suretiyle masada üstünlük kurduğunu düşünen Rusya, bu bölgedeki sivilleri ihmal ederek sadece terörist gruplara takılıp kalır ve Türkiye'nin önerilerini dikkate almazsa, Suriye'deki siyasi geçiş sürecinin sekteye uğrayabileceğini fark etti. *** Peki; "Bundan sonra ne olabilir?" sorusuna yanıt aramamız gerekirse...
Ve bütün bunlar için İdlib cadı kazanındaki provokasyonları gözetmesi, rejimin saldırganlıkları ile baş etmesi, bu kasabadaki sivil unsurlardan edineceği yerel destekle teröristlerin tespitini, tasfiyesini hızlandırabilir.
Göründüğü gibi ajanda çok zorlu ve karmaşık. Lakin Ankara, İdlib'in içine neşter vuramazsa Rusya ve rejimin bombaları ile vuracağına, insani dram yaşanacağına ve katlanılamaz göç dalgası oluşacağına kuşku yok.