Türkiye gerek küresel ve bölgesel gerekse iç gündem itibariyle
büyük hesaplaşmalara sahne oluyor. Suriye sahasında devam eden
bilek güreşi, asırlık ertelenmiş iddiaların süper güçlerce yeniden
sahnelenmesinden ibaret. Tabii ki olan bu coğrafyanın masumlarına,
bilhassa Müslümanlara oluyor.
Harita değişiklikleri, yönetim tasfiyeleri, etnik ve mezhebi fay
hatlarının kırılması, "enerji ve su kaynakları ile ticaret
yollarına hâkimiyet" mücadelesinin araçları olarak karşımıza
çıkıyor.
Global aktörler, kritik kavşaktaki ülkelerde seçilmiş
iktidarlardan, gücünü milletten alan liderlerden ve bu
yöneticilerin milli çıkarlarının peşinde koşmasından hiç ama hiç
hazzetmiyorlar. Demokratik ülkelerde vesayet odaklarını
cesaretlendirmek yani meşru iktidarları asker veya yargı eliyle
hizaya sokmak küresel güçlerin hep işine geliyor. İktidar ve
sermaye dağılımını değiştirmeyi de vaat ettikleri bu yöntem
sayesinde kendilerine gönüllü ortaklar da bulabiliyorlar. Ki 28
Şubat 1997'de, bin yıllık planlanan o karanlık süreç de bu büyük
oyunun Türkiye'deki örneği olarak görülebilir. Çok şükür, büyük
bedeller ödenme pahasına o günler geride kaldı.
Evet, bu sıralar yeni bir sınama ile karşı karşıyayız. Dışarıdan Türkiye gemisine vuran dalgaların büyüklüğü ile baş ederken içeride birbirimizle uğraşarak gemiyi sallamamalıyız. Dış şartların zorluğu, Türkiye'nin ezber bozan çıkışlarını frenleme kurguları, çok yönlü ve sinsi atakların sıklığı... Hepsinin üstesinden gelebiliriz.
Zira Türkiye ekonomisinin ve Türk milletinin bu tür rahatsızlıklara karşı hem bağışıklığı kuvvetli hem de yeterli rezervleri mevcut. Ama direncimiz sürekli test edilirken niçin belirsizlik pompalanmasına kayıtsız kalalım ki? Spekülatif yorumlara, filanca tarihe endeksli falanca rakamlara kapılıp gidenler eğer iyi niyetli iseler zarar edecekler, kötü niyetli iseler cezalarını çekecekler.
Buna kuşku yok. Ancak, başta da işaret ettiğim gibi rasyonaliteden ayrışamayız. Sağlıklı büyümeden, tek haneli enflasyondan, mali disiplinden, yönetilebilir cari açık çabasından vazgeçemeyiz. İşte bu nedenle son dönemde Türk özel sektörüne ve bankalara çok önemli bir görev düşüyor.
Malum bu aralar, Türkiye'nin önde gelen firmaları, kredi yeniden yapılandırma talebi ile konuşuluyor. Olağan sayılabilecek bu durumu, bankaların finansal yeterlilikleri ve geniş tabanlı kredilendirme kabiliyetlerinin önünde engel gibi sunan, mali dedikodu üreten odaklara karşı uyanık olmalıyız.
Ne kadar eleştirsek de bankalar, ekonominin en uç noktasına kan taşıyan can damarlarıdır. Bankacılık damarına basarak, ekonomi üzerinden Türkiye siyasetine şekil vereceklerini sananlara ders vermek duyarlı her vatandaşın boynunun borcudur!