Aslına bakılırsa her şey, 1986 yılında İngiltere’de finans ve
bankacılık düzenlemelerinin kaldırılmasıyla başladı. “Big Bang”
dedikleri bu olay, sermayenin sınır tanımadan özgürce dolaşımını
öngörüyordu. Aslında sermayenin silah zoruyla yayılmasından başka
bir şey değildi. ABD artık tehdit kabul ettiği ülkeleri izole etme
politikası yerine, dayattığı Neoliberal sisteme direnen ülkelerin
dış müdahalelerle bu modele uyum sağlamaları için zorlayacağını
ilan etmişti.(1) Ama, Soğuk savaş sonrası dönem çok
farklıydı. Tek kutuplu dünya düzeni tutmamış, Sovyetler enkazının
üzerinde yeni Rusya yükselmeye başlamış, İran nükleer silah sahibi
olma aşamasına gelmişti. Türkiye’de ordu içinden yükselen ABD
karşıtı sesler, bölgesel ittifak arayışları ve nükleer silahların
yaygınlaşması ABD için bile, olası bir çatışmayı kolay göze
alınamaz kılıyordu. Bu durum bölgede çıkarları olan sermaye için de
yeni bir bakış açısını zorunlu kılıyordu.
Yapısal olarak şirketleşmiş bir devlete benzeyen ABD’nin dümeni
artık bütünüyle, devletleşmiş şirketlerin elinde olmalıydı ki,
savaşları devletler yerine vekiller yapabilsin. Ordular, hatta
savaşlar bile özelleşmeliydi. Bunun önündeki ilk direnç, ABD
içindeydi: Pentagon’daki “bazı eski kafalı generaller...’’(2)
Gelin 11 Eylül’den kısa bir süre öncesine dönelim.
Richard Nixon’un, “acımasız bir küçük hergeledir o” dediği Donald
Rumsfeld, 2001 yılında George W. Busch’un kabinesinde ABD Savunma
Bakanı olmuştu.(3) Kabineye girdiğinde, “yirmi birin...