Bu kadar gazeteci var bu memlekette, bu kadar yazar çizer, bir tanesi görmedi olanı biteni...
Anıtkabir Hizmetleri Yönetmeliği 35’nci maddesi şöyle der: “Anıtkabir’de, ancak Atatürk’e saygı için çelenk konabilir, tören düzenlenebilir. Başka amaçlarla; tören, yürüyüş ve gösteri düzenlenemez, çelenk konamaz. Anıtkabir’in manevi varlığına yakışmayan her türlü tavır, hareket, söz, yazı ve davranışlara izin verilmez.’’
Ama...
Ekrem İmamoğlu, Anıtkabir’e gitti kardeşim.
İmamoğlu’na uygulanan 3 numaralı protokol, devlet başkanları ve devlet erkanı dışında kalan bütün gerçek ve tüzel kişiler için uygulanan protokoldü. Henüz resmen belediye başkanı olmadığı için devlet erkanına uygulanan 2 nolu protokolün uygulanamayacağı kendisine açıklandı.
Çünkü Türk Ordusu Dingo’nun ahırı değildir, orada canının istediği gibi botunu bile bağlayamazsın. Hele Anıtkabir’de hangi adımı nerede ve nasıl atacağın bile yazılıdır. Bu kurallar Türk Cumhurbaşkanı için de, Alman Şansölyesi için de, Monaco Prensesi için de aynıdır.
Aslında yönergeye göre bütün törenlerde deftere yazılacak olan metnin önceden Anıtkabir yönetimine verilmesi gerekiyordu, ama bu uygulanmayan bir maddeydi, çünkü bu zamana kadar kimse Anıtkabir’i, Atatürk’ün naaşını, ona saygı dışında bir amaca alet etmemişti. O defter ile baş başa kalan kişinin ahlakına bırakılıyordu her şey. O deftere, PKK’nın siyasi temsilcileri bile çeşitli titrler altında bir şeyler yazmış, ama onu kullanmayı aklından bile geçirememişlerdi.
Anıtkabir’de 3 nolu törenlerde protokol subayı takım komutanı ya da takım astsubayı rütbesinde olur. O gün de öyleydi.
Ekrem İmamoğlu, kendisine 3 numaralı protokol uygulanacağını bile bile Anıtkabir’e gitti ve bu konuda uyarıldığı halde o deftere “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı” diye imza attı. O sırada tören protokol subayının ona müdahale etme imkanı yoktu, düşünsenize genç bir subay ya da astsubay deftere ne yazdığına bakıp müdahale ederken fotoğrafı çekiliyor, skandal olurdu. İmkansızdı bu ve bunu kullandı İmamoğlu.
Yazdıktan sonra hemen defterin fotoğraflarını çekip paylaştılar, Atatürk’ün cepkenini, yazı takımını ya da bastonunu kimse görmeden alıp poz verir gibi, şapkasını çaktırmadan alıp takar gibi... Ucuz, kötü ve çirkin bir motivasyonla...
Zaten daha sonra soranlara da şöyle dedi: “Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı bir karar var, bizim elimizde veriler var. İnancımız bu yönde. Bu şekilde davranmayı istemezdim ama bütün İstanbul’un her köşesine üç gündür afiş asan anlayışa gerçek kazananın kim olduğunu göstermek için onu yazdım. İnancım da bu yöndedir. Mazbatayı da bekliyorum.”
Bu kadardı işte, İstanbul sokaklarında yapılması gereken bir seçim yarışına Anıtkabir alet edilmişti.
Ama en önemlisi...
Şimdi o protokol subayı, nöbetçi subayı hatta Anıtkabir komutanının bile görevden alınması söz konusu. Çünkü hem Milli Savunma Bakanı, hem de Cumhurbaşkanı onları işaret etti, “Hata yapıldı” dediler. Oysa hiç günahları yoktu. Operasyon bölgesinde çok iyi görev yaptıkları için, biraz da onore edilmek için oraya atanan mümtaz personeldi. İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasındaki sidik yarışına, İmamoğlu tarafından kurban edildiler.
Arada olan yine askere oldu.
Yazıklar olsun sizin hırsınıza da, belediyenize de. Hiçbirinizin, oradaki Mehmetçikler kadar hizmeti yok bu topraklara...
KRİPTO
Bülent Orakoğlu, sadece dört aylığına Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı oldu ve bu süre içinde de Türk Ordusu’nun karargahına polis sokup dinleme yaptırdı. Türk Ordusu’na kurulan ilk kumpastı.
Ergenekon tertibi sırasında FETÖ savcılarının en büyük destekçilerinden biriydi. Tertip kurulmadan hemen önce (Haziran 2007) piyasaya sürdüğü Ankara’da Gölge Oyunları isimli kitabında kısa süre sonra Ergenekon iddianamesinde yazılacak olan neredeyse bütün yalanları gerçekmiş gibi anlattı. Yalnız değildi, mesela PKK’lı Selim Çürükkaya’nın Mart 2007’de basılan ‘’Sırlar Çözülürken’’ isimli kitabı da öyleydi. Başka kitaplar da vardı. Bir merkezden düğmeye basılmış gibi piyasaya sürüldüler.
Orakoğlu’nun kitaplarındaki yalanlar, Ergenekon iddianamesine girdi, kendisi de televizyonların gülü oldu. Her kanalda FETÖ savcılarının kumpaslarını savundu ve savcılığın tanığı olarak Ergenekon mahkemesine çağırıldı. Bütün iddiaları yüzüne vuruldu, Doğu Perinçek’in, Zeynep Küçük’ün, benim ve Ergenekon tertibinde FETÖ’yü yerle bir eden diğer vatansever tutsakların sorularına cevap veremedi. En çok ‘’şey oldu, şey geldi, şeyden çıkınca, hani o şey vardı ya’’ gibi şeyden oluşan cümleler kurdu. En önemli sorulara ‘’bilmiyorum’’ diye cevap verdi. Bilgi kaynağı olarak ‘’Apo’yu paşa yapalım, Türk Ordusu’nu kapatalım’’ diyen ve şu anda FETÖ’den hapiste olan Mümtazer Türköne’yi ya da Mehmet Eymür’ü gösterdi.
Tertip çöktü, Yargıtay Ergenekon diye bir örgüt olmadığına karar verdi, kumpası kuranlar ve aleti olanlar ya kaçtı ya hapsedildi ve hala yargılanıyorlar, ama bu, tıpkı diğer kriptolar gibi sureti haktan görünerek FETÖ iddialarını sürdürdü. FETÖ izlerini silmeye çalıştı, mesela ‘’ ‘’Gladyo ve Ergenekon aynı özelliklere sahip iki yapı. Bu yüzden Ergenekon’u, devleti komünizmden ziyade siyasal İslam ve ayrılıkçı hareketlerden koruyan Gladyo’nun 21. yüzyıl versiyonu olarak değerlendirebiliriz.’’ Gladio tipi yapılanmaların, NATO ülkesi olan Türkiye’de de 1960 ihtilalinin hemen akabinde kurulduğu anlaşıldı’’ diye yazarak aslında 1952’de Gladyo’nun Fetullah Gülen’e kurdurduğu Komünizmle Mücadele Dernekleri’ni gizlemeye çalıştı. Kurulma amacını ‘’komünizmden ziyade siyasal İslam’’ diye, kuruluş tarihini de 1952 yerine 1960 sonrası diye yazıp, ulusalcı bir hüviyet kazandırmaya çalıştı.
Daha inandırıcı olacağını düşünerek olsa gerek: ‘’NATO’nun Türkiye’deki gizli ve gölge ordusunun adının Ergenekon olduğu konusunda, İtalya’da yapılan Gladio operasyonlarında bir İtalyan devlet yetkilisi, Türkiye’de üst düzey bir görevlinin kulağına Türkiye yapılanmasının ismini Ergenekon olarak fısıldamıştı’’ diye yazdı.
Kim kime, ne zaman, nerede fısıldamıştı belli değildi, ama olsundu, kim soracaktı ki, bunu? Hem sorsa ne olacaktı, kaçardı cevap vermekten olur biterdi.
Böyle kaynağı meçhul iddialarla iftira atmayı bir yöntem haline dönüştüren bu kişi geçtiğimiz günlerde de, “ Yoksa Perinçekgillerin Apo, Mihraç Ural ve Esed muhibbi olmaları yanı sıra FETÖ ilişkileri de mi söz konusu’’ diye alçakça bir iddiayı soru kılığına sokarak yazdı.
Tv.Net GYY İsmail Halis’i aradım şahsen konuştum, Yeni Şafak GYY İbrahim Karagül’e de Whatsapp’tan mesaj yazdım. Bu kişinin ne iddiası ve ne kanıtı varsa, eğer biraz ahlakı ve yüreği de varsa istediği kanalda tartışalım dedim. Ama, bir kripto gibi davranan, FETÖ’ye yarayacak şeyler yapan bu adamın bizim karşımıza çıkacak kadar bilgisi, cesareti ve ahlakı olduğuna ancak bu teklifi kabul ederse inanacağım...
Sizce çıkacak mı?
SEÇİMİN KAYBEDENİ
Bu seçimde efsaneler kaybetti.
Mesela...
Hayalet seçmenler hakkında yapılan onlarca haberin boşa yapıldığını gördü ahali. Hiç oy veren hayalete rastlanmadı.
Oylar çalınacak iddiaları boş çıktı, kimse kimsenin oyunu çalamadı, mesela AKP’nin İstanbul, CHP’nin Giresun için yaptığı itirazlar değerlendirildi, yeniden sayımlar yapılırken kapılarda nöbet bile tutuldu.
YSK’dan ve seçim sisteminden kaynaklanan sebeplerle oy sayılarının değiştirileceği iddiaları havada kaldı, çünkü her sandık kurulunun tutanağı ve sayım çetelesi YSK sonuçlarıyla karşılaştırıldı, uymayanlar düzeltildi.
Seçim sırasında ayaklanma çıkaracaklar diye ortada dolaştırılan ses kayıtlarının profesyonel provokasyon olduğu ortaya çıktı. Çünkü ahali sessizce oyunu verip işine baktı.
Herhangi bir trafoya, kedi ya da başka bir canlı türü girmedi.
Oylar bir daha itiraza ve şaibeye yer kalmayacak kadar sağlam bir şekilde, hatta günlerce, sindire sindire sayıldığı için kaybeden sahiden kaybetti, kazanan da sahiden kazandı.
Şimdi komplo teorileri üretmek yerine oturup, neden kaybettiğini, neden kazandığını ve memleketin önündeki sorunları düşünmeli herkes...
KİME MUHALEFET