İngiliz ordusunun efsanevi komutanı Feldmareşal Kitchener'ın,
Büyük Savaştaki unvanı "Hartum Lordu" idi, İngiliz tarihçi David
Fromkin'e göre ona çok da benimsemediği halde "Hartumlu Kitchener"
diyorlardı. Yani bugünkü Sudan. Petrol üreten bütün geri kalmış
ülkeler gibi emperyalizm için daima önemli bir yer oldu. Resmi
olarak "muhteşem" Osmanlı'nın toprağı olan Mısır, aslında
bağımsızdı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından yönetiliyor
gibi görünse de İngiliz vali ne derse o oluyordu.
Sudan ise İngiliz ve Hollandalı emperyalistler arasında bölünmüştü.
Elbette halkı da... Ülkenin tamamına hakim olmak isteyen İngilizler
ile Hollandalılar arasında yapılan Boer Savaşları meşhurdur. Ama
savaşan İngilizler ile Holandalılardan çok yerli halktı.
Kitchener Boer gerillalarının ayaklanmasını bastırak için,
tarlaları yaktı, hamile çocuk demeden köylüleri katletti, su
kuyularını zehirledi, hayvanları bile öldürdü. Böylece, savaş
tanrısı Kitchener oldu. İngiltre'de bakanlar kuruluna girerken halk
toplanır, korku içinde onu izlerdi. Yani Batı demokrasisinin
Sudan'a nasıl ve kim tarafından götürüldüğü iyice anlaşılsın
istiyorum.
Sudan 1950'de İngiliz himayesinden çıktı, ama kaostan, kargaşadan
kurtulamadı. Batı destekli darbeler ve onlara karşı bağımsızlıkçı
hareketlerinin yönetime el koymalarının biri diğerini kovaladı. El
Beşir iktidarı aldıktan hemen sonra -tıpkı bir asır önceki gibi-
ilk krizi Mısır ile yaşadı ve ABD uçakları tarafından vuruldu.
Sudan'ın iki parçaya bölünmüş olmasının tarihsel bir arka planı
olduğuna dikkat çekmek için geçmişe bir pencere açtım. Ve bugün
yaşanan darbenin de...
Burada El Beşir güzellemesi yapacak değilim, onların yönetim biçimi
her yönüyle bu topraklara yabancıdır, tavuk gibi adam kesilen bir
coğrafyanın devlet kültürünü bizim gibi binlerce yıllık devlet
geleneği olan bir toplumun anlaması elbette zor. Ama, açın bakın
Sudan tarihine, El Beşir iktidarı döneminde ABD saldırıları,
özerklik anlaşmalarına mecbur bırakılma, iç isyanlar ne ararsanız
var. Neredeyse tamamı çöl olan memleketin petrol çıkan güneyini ABD
desteğiyle bölüp ayırdılar!
O haberleri okurken haritaya bakın. Kızıldeniz'e kıyısı olan
ülkeler içinde ABD'nin doğrudan kontrolünde olmayan, bununla
birlikte Rusya ve özellikle de Çin ile güçlü ekonomik bağları olan
tek ülke. ABD tarafından doğu Akdeniz'de etki oluşturmak için elde
bulundurulması hayati derecede önemli olan Levant'ın güneyindeki
stratejik derinlik, emniyete alınması gereken geri bölge. Ne yani
ABD Mısır'ı kendi tarafına çekip Libya'yı parçalarken, onların geri
bölgesini görmezden mi gelecekti? Hartum Lordu Kitchener, Boerleri
görmezden mi gelmişti? Üstelik de bugün Çin, Rusya ve Türkiye ile
hızla gelişen ilişkilerini göre göre...
Şimdi "oh olsun, nasıl da devrildi diktatör" diye yorum attıran çok
bilmişlerin, ya da Hartum'da konuşan o cahil üniversiteli kızı
barış meleği gibi anlatmaya çalışan demokrasi budalalarının, Saddam
heykelini terlikle döven Iraklıyı hatırlamalarını beklemiyorum.
Arada bir benzerlik kurmalarını da... O terlikçinin yıllar sonra
televizyonlardan yayınlanan zavallı pişmanlığının, direniş
zamanında nasıl acımasız bir ihanet olduğunu kavrasalar bile itiraf
edemeyecek kadar kibirli, hatta onunla benzeştirler. Sözde solcu
olacaklar, ama emperyalizmin uşaklığını yapıyorlar.
İşte, sosyal medyada dile doladığınız beka meselesi tam olarak
böyle bir şeydir. Sadece egemenliğe yönelen tehdit değil, onu yok
sayan, görmezden gelen ya da yanlış değerlendiren aydın da bir beka
sorunudur.
Sudan'da olan şey, bundan tam yüz küsur yıl önce olan şeydir. Kimse
diktatör masallarıyla ahalinin gözünü boyamaya, ABD sempatisi
yaymaya çalışmasın, zaman demokrasi pıtırcıklığı yapılacak zaman
değildir...
SAYIM
Son bir haftada:
İngilizler Güney Kıbrıs'taki üslerine 121 tane daha F-35 gönderme
kararı aldı.
Amerikalılar Rumlara silah satmak ve Doğu Akdeniz'de destek vermek
için yasa çıkarıyor. Türkiye'yi de S-400 alımında ısrar ederse
F-35'leri vermemek ve ekonomi yaptırım uygulamakla tehdit
ettiler.
Fransızlar ve İtalyanlar Ermeni soykırımı yalanıyla, Türkiye'yi
hedef aldılar.
Çin, Rusya ie ortak tatbikat yapmaya karar verdi.
Putin ve Erdoğan S-400 konusunda geri adım atmayacaklarını
açıkladı.
Ruslar, S-400'ün yanında ortak helikopter yapmayı da teklif
ettiler.
İran, eğer ABD tehdidi devam ederse nükleer programına döneceğini
ve ABD'nin Irak'tan çekilmesi gerektiğini açıkladı. Bizden de bir
ses beklediler, ama çıkmadı.
Sudan'da Amerika'nın desteklediği bir darbe oldu.
Ve bütün bunlar olurken biz, oy saymaya devam ettik. Vay arkadaş,
ne desem uymuyor buraya.
Millet ittifakının HDP ile işbirliğini ve aday profilinideki gayri
milli sapmayı en sert eleştirenlerden biriydim. Bana "muhalefete
muhalefet yapıyorsun" diyenlere de cevaplarını verdim. Arkadaş
kaybetmek uğruna, doğrularımı savundum.
Ve seçim yapıldı... Birçok yerde benim de eleştirdiğim adaylar
kazandı. Peki, bu sayım niye bitmiyor? Artık komik olmanın da
ötesine geçen bu zavallı oyun bozanlığa bir son verilmeli artık.
Verilmeli ki, ülkenin asıl sorunları ile yüzleşelim.
Ama bu hükümette yok böyle bir şey. Hâlâ ne bulur da itiraz ederiz
yolları araştırılıyor. Aydınlık manşet attı, "Gıda fiyatları
dünyada yüzde 3 düştü, Türkiye'de yüzde 30 yükseldi" diye. Yani
yangın var, ekonomi bakanımız da hazırlamış yine bir sihirli
formül, ama içinde bir kelime üretim yok, tarım desteği, ithal
ikamesi yok, elini kolunu sallaya sallaya anlattı. Bahçeli desen
yeni seçime hazırlanıyor. Diğer bakanlar komple kafayı buna
yoruyor, polis teşkilatı, MİT, jandarma filan hep bu işle
uğraşıyor.
Ne sayımmış be kardeşim, bitmedi gitti. Bırakın artık kağıt kürek
saymayı da işimize bakalım. Mesela Tunç Soyer KHK ile atılan
öğretmenleri Belediye'ye zabıta yapacakmış. İçlerinde FETÖ ya da
PKK mensupları kaç tane olacak? Gidip onlarla uğraşalım. Hâlâ
üretime geçilememiş de, TOKİ binalari dikiliyor, gidip onlarla
uğraşalım. Yeter artık...
PSİKOLOJİK DELİ
BİR filmden hatırlıyorum bu repliği, ama hangi film onu
hatırlamıyorum, Cem Yılmaz, oyunculardan birine "Yürü lan
psikolojik deli" diyor. Yüksek sesle gülmüştüm, çok komik gelmişti
bana. Psikolojiyi bilmeyen, bilimi umursamayan, hastalığa ya da
farklılığa "delilik" diyen cahil taşra kurnazının iyi bir
tiplemesiydi.
Niye anlattım?
Psikoloğa en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemlerden birini yaşıyoruz.
Kimse gülümsemiyor; iş yok, para yok, huzur yok, vs... Ama
psikologların da psikoloğa ihtiyaç duyduğu bir dönem bu. Son iki
yıl içinde 7 binden fazla psikolog mezun ettik ve bunların sadece
birkaç yüzü KPSS ile devlet kurumlarına atandı. Ama kardeşim mesela
Ankara Numune Hastanesi'nde "Manevi Bakım Birimi" diye bir bölüm
var... Başında da "Din psikologu" unvanını kulanan bir
ilahiyat mezunu var. Gelen hastaya ne diyor, nasıl bakım yapıyor,
dua mı okutuyor, tespih mi çektiriyor bilmiyorum. Kuşkusuz bu
kadronun bir açıklaması vardır ve psikolog yadımcısı ya da alt
birimi gibi olması gerektiği hemen anlaşılıyor. Fakat psikologlar
işsiz.
Psikoloji en fazla istismar edilen bölüm, eğitim konusunda
tutarsızlık dışında bir yetkinliği olmayan bu hükümet zamanında,
psikoloji okumayanların bile yüksek lisans yaparak klinik psikolog
olmasının yolu açıldı. Hatta bu öyle muğlak ve geniş bir alan ki,
PDR gibi psikoljinin alt dallarını bitirenler bile psikolog unvanı
kullanır hale geldi. "Yasası olmayan mesleğin, yasağı da olmaz"
diyor konuştuğum psikologlar ve bu ciddi yanlışın düzeltilmesini
bekliyorlar. Yasa teklifleri verilmiş, imza kampanyaları yapılmış,
geriye bir Psikolog Meslek Yasası, bir de Ruh Sağlığı Yasası
çıkartmak kalıyor. Torba yasalardan biliriz, bu konuda maharetlidir
hükümet.
Memleketin çivisi iyice çıkmadan, psikologlar da arızaya bağlamadan
şu işi düzeltin diyeceğim, ama...
Vallahi korkuyorum, düzelteyim derken iyice delirtmesinler
hepimizi.