Bizim aramızdaki adı budur: Çat-Pat... Çünkü pal sesi Skorsky’den cılızdır, kendisi de öyle zar-zor uçar, hava biraz ısınsa yükselemez, ne yeterince personel ne de yük taşıyabilir, anca kendini uçurur, sesinden tanırdık... Bu hafta Sancaktepe’de düşen helikopter de bir Çat-Pat’tı, yani UH-1H.
Amerikan. Vietnam savaşından kalma.
Bizim pilotların cesareti, teknisyenlerin sihirbazlık
ölçüsündeki becerileri olmasa, helikopter bile sayılmaz artık.
Ama...
90’lı yıllarda uzay mekiği gibiydi bizim için... O zamanlar Kobra,
Skorsky filan olmadığından tekenin olmadığı yerde Abdurrahman
Çelebi idiler.
Skitlerine birer tane TOW tanksavar roketi monte edilince, olurdu
sana “silahlı helikopter.” Optik nişangâh sistemi olmadığı için
hedefi tarif edersin, mermi 1 km yakınına düştüyse ilk atış
başarılı sayılırdı. Tıpkı havancılara yaptığımız gibi “1000 kuzeye,
500 doğuya kaydır” şeklindeki düzeltmeyle ikincisini atardı da...
Ben tutturduğunu görmedim.
Hatta Kurt Dağı çatışmasında Osman Öcalan’ın grubuna atacağım diye
bizim Üsteğmen arkadaşımızın önüne düşürmüştü, telsizden
birbirlerine girmişlerdi pilot ile, araya Mete Paşa girdi de öyle
sakinleştiler...
O helikopterleri bilirim, çok uçtum, çok bekledim ve hâlâ niye Türk
Ordusu envanterinde duruyorlar anlamam.
Ben o evlerin üzerine düşmemek için kendilerini feda eden pilotları
da tanırım. Hepsi değilse de pek çoğu birbirine benzer, isimleri
değişir, ama o haki tulumun altındaki adamlar aynı adamlardır.
Kaya Astsubay vardı meselâ, 1990 Beytüşşebap görevinin, tartışmasız
en namlı pilotuydu. Artık pilot astsubay yok, o zamanlar vardı.
Öyle fedakârdı ki, en olmadık yerlere inerdi malzeme nakli için.
Uçurum kenarındaki kayalara skitlerden birini koysa yeterdi.
Yeterli yüksekliğe çıkamazlardı da en büyük riskleri alıp dere
yataklarının içinde kaybolurlardı sessizce. Yeter ki, dağdaki time
telsiz bataryasını, cephanesini ve erzakını zamanında
ulaştırabilsinlerdi.
Sinan Albay vardı meselâ, nam-ı diğer “Tilki Sinan.” En çok o
isabet almış, ama her defasında geri dönmüştü ve sanırım bu yüzden
“Tilki Sinan” diyordu bizimkiler. Ama yanlıştı bence, meselâ Aslan
Sinan ya da ne bileyim Deli Sinan filan olmalıydı. Çünkü Sinan
Albay tilki gibi kurnazlığıyla değil, deli cesaretiyle bilinirdi.
Kimsenin alamayacağı kadar yükü doldurur götürürdü dağa. Ya da uçuş
sırasında bir görüntü alsa mutlaka yanaşarak onların hakkından
gelmeye çalışır, hiçbir şeyden korkmazdı. Bir defasında pallerinden
(pervane) biri isabet almıştı, pal içindeki gaz boşalmış, elyaf ve
poliüretandan mamul pal lifleri muz kabuğu gibi sıyrılmıştı.
Şemdinli’deki pistte koli bandıyla, evet evet bildiğiniz koli
bandıyla bantladı mermi deliklerinin üzerini ve Hakkâri’ye döndü
“görev var” diye...
Meselâ Kobra pilotu Baybora Yüzbaşı vardı. Çatışma anında her
telsizin sesi diğerine karışmışken, onun pal sesi duyulurdu havada.
Önce “Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? Tim komutanı dışında herkes
sussun” diyerek telsizlerdeki kakafoniyi durdururdu. Sonra tim
komutanına döner: “Neredeler aslanım?” der ve kanatlarındaki 40
mm’likleri, art arda hedefe yollayarak yarattığı muazzam etkiden
bile etkilenmeyen sükunetiyle veda ederek, bir moral ve güven
duygusu yayardı dağ başlarına...
Serhat Binbaşı üsteğmenliğinde bizde tim komutanıydı, sonradan
pilot oldu. Basyan Vadisi’nde düşen helikopteri aramaya birlikte
gitmiştik. Havada bizi camlara yapıştıran iki sarsıcı manevrasının
asıl sebebinin, biz dere yatağında uçarken yan yamaçtan üzerimize
yollanan iki RPG olduğunu yıllar sonra bizim Engin’e söylemiş de
ondan duydum. Biz helikopterden atlamadan hemen önce, hafifçe
geriye dönüp el sallarken, yüzündeki tebessümden bunu anlamak
mümkün değildi. Zaten, hâlâ onunla ilgili aklıma gelen tek resmi
odur, o tebessüm.
1992 Kuzey Irak harekâtında, mayına basan Davut Çavuş’u alabilmek
için, yağmur gibi yağan Doçka mermilerine yan vermek pahasına,
havada asılı kalan pilot. Adını hiç öğrenemedim, ama hiç unutmadım
seni... Hani yaralının koluna taktığımız eski nesil serum iğnesi,
kolu katlanınca damarını parçalamasın diye dirseğine kartondan atel
yapmıştık da, bozulmaması için, helikoptere sağ tarafından vermeye
çalışmıştık... Her yer mayınlı ve ateş altında olduğu için
inememiş, yaklaşık iki metre mesafeye anca alçalabilmişken, bizim
Recep ile birlikte başımızın üzerine kadar kaldırdığımız Davut’u,
palaskasından tek eliyle tutup helikoptere çeken teknisyen
astsubayım, seni de hiç ama hiç unutmadım...
Pilot deyince biz sadece kumandayı tutanı değil, o helikopteri
uçuran herkesi, bütün ekibi kast ederiz. Hepsi de
kahramanlarımızdır. Aynı kışlada değilseniz adlarını bilmezsiniz,
kodları vardır “ŞAHİN-2, DESTAN-4, HIZIR-6” ve tek bir kişi gibidir
içindekiler. Uçan bir demir kuş olurlar hep birden.
Çağırınca boz atlı Hızır gibi yetişirler Mehmetçiğin sesine,
giderken de böyle işte... Sonsuzluğa dikilmiş bir büyük anıt gibi,
bilince kazınan bir destan gibi, gidişlerinden çok daha büyük izler
bırakarak...
Kr. Plt. Alb. Göksenin Aytural Şaylan.
Kr. Plt. Ütğm. Aykut Yurtsever.
Tkns. Asb. Üçvş. Emre Vahit Bekli.
P. Uzm. Çvş. Şahin Aslan.
Büyük Türk Milletinin büyük evlatları, sizi de unutmayacağız...
SANSÜRCÜ
Lafa geldiğinde “sansür var, yazamıyoruz” diye ortalığı ayağa
kaldırırlar. Ama...
Doğu Perinçek 28 Kasım’da ABD ve Ukrayna arasında yapılan ve Türk
Akımı’nı hedef alan gizli anlaşmayı açıkladı. Resmi belgeler, buz
gibi haber. Fakat, Aydınlık dışındaki yazılı basının bir teki bile
sayfalarına almadı. Bazı internet gazeteleri yazdı o
kadar...
Meselâ bir magazin haberi olsa, baş sayfada yeri hazırdı.
Amerikalılar resmi sitelerinde yayınladı da bunlar gazeteye
basamadı. Bakmayın gazeteci takıldıklarına, sansürcüdür
alayı...